Gabriel Garcia Marquez’in 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldıran romanının adıdır Kırmızı Pazartesi. Romanda yazar çocukluğunun geçtiği bir kasabada işlenen gerçek bir cinayeti konu alır. Bu cinayeti sıradanın ötesine taşıyan, cinayetin işleneceğinin, hemen herkes tarafından bilinmesi ama kimsenin romanın kahramanı
“Haydi”, “şimdi” demelere bırak kendini!..
Zaman öyle değerli ki, hele bizim gibi yolun yarısını geçmişler için… Düşlerinde; avuçlarında tutamadıklarınla, avucuna sığdıramadıkların kavgaya tutuşuyor, hüzünlü bir “sen” e dönüşüyor umarsızlık, şifa arıyorsun kendine, içindeki yalnızlığı çevrelemiş kalabalıklarla… Yokluğun, yoksunluğun senden mi, sana gelenden mi ya da
Ben sana “dostum” demişsem…
Ben sana “dostum” demişsem ardında “güven” vardır. Bana cephe açmış koca bir düşman ordusunun içinde bile kalsan, sana arkamı dönüp savaşabileceğimi düşünürüm. “Dost bildiğim”, “dost görenimdir” zira…kanıma susamış hançeri yoktur, böğrümü hedeflediği… Ne zihninde, ne yüreğinde ne de dilinde tereddüt
Kimilerinin, çalıntı sözcüklere teslimdi hayatı… Süslü ama gerçeklikten uzak… Makam duraklarında “bakın ben ne kadarım”larla bezenmiş bir özne yarışı, varlanma hırsı… Bolca “oysa”, “keşke”, “ve” soslu içtenlikten uzak, parıltılı cümleler… “Hiç” e yaslanmış “çok” bilinmeyenli denklemlerin ne denli anlamsız olduğunun
Savaşçı
Yamuk yumuktu huzur için savaşmaktan yorgun pençeleri. Vazgeçişlere göz kırpan çaresizliğine rağmenliğini yaşıyordu umut etmenin. Sonsuz olmalı, bitimsiz olmalı diye düşünüyordu ya; yine de sonlara mahkumiyeti ile sorgudaydı beyni. Yaşama dair, huzur adına verilen savaşlardan galip gelemiyorsa da-ki garip bir
Küçük bir öykü bu anlaşılmayı bekleyen ;)
Önce küçük bir tomurcuktu açması beklenen. Kendisini sahiplenenler hiç boşlamadan, hergün suluyorlardı onu merakla ve bilinmezin verdiği endişeyle. Onu sevdiğini söylüyordu emek verenler. Bekleyiş uzun sürdü. Emek yılgınlığa dönüştü. Yeterince güçlü değildi bir türlü açamıyordu. Birgün, onu besleyenler açması içn
Gördüğüm Bir Düşün Sonrası
Kurmaca bir dünyanın sahte mutluluk yansımalarına gülümsemiştim dün, varlayarak. Şimdi varsıl düşlerime uzattım ellerimi, tadımlık mutluluklar üretiyorum sessiz ama ilkeli. Ömür, ömrüm bir dürbüne tersten bakıldığında görülen uzaklığa dikmişti gözlerini ancak ben düşümde gördüğüm gömütüme takılı, varsayılan yirmi yılı tüketiyordum.
Bugün ben ne öğrendim?
Bugün ben insanların egolarının güçlülüğünün kendilerini tanımlamalarında yanılsamalar yarattığını ve iyi niyetin bilgiyle aydınlanmadığında kötülük kadar incitici ve zarar verici olduğunu, sen ağlarken bazılarının yengileri ile hesapsızca, güzel olan şeyleri prensip adı altında sırf olmaz olası bir ‘ben’ duygusuyla harcayabildiğini,
Aşk ne güzel şeydi böyle !
Kan oturmuştu gözlerine ağlamaktan. Gözü telefonda, bir sesi, yok yok o sesi duyabilmek için kimbilir kaçıncı duasını ediyordu Tanrı’sına.Gurur denen o kasvetli ağırlık çökmüştü usuna, yüreği isyanlardaydı. Ne olurdu sanki arasa, O da mı yenikti gururuna? Yoksa bir düş müydü
Sen Seçtin Belanı
Nefretini haykırdığında belana, anladın ki bela seni değil sen belanı seçtin…Korkusuz görünen maskeli ürkekliğin yanılsamalar yarattı o sevgisiz, illa yalan kokan korkulukta…. Karar verdi sandın ama eylem senindi asıl, belan oldu; kabul ettin, aldanmaya hazırdın…Ne garip; seslendiğinde içselliğin, kendi ruhuna