Haber ve tartışma programlarının sıkı bir takipçisiyken, son günlerde tuhaf bir alışkanlık edindiğimin ayırdına vardım. Televizyondan takip ettiğim bir mitingde sözcüklerin üzerine basa basa söven, bir tartışma programında sesini yükselten oldu mu kumandadan ses ayarını sıfırlıyorum ya da anında kanal değiştiriyorum. Bunun iç huzurumu korumak için geliştirdiğim bir önlem olduğunu çok sonra fark ettim. Maalesef her gün şiddet içeren söylemlerin bombardımanına maruz bırakılıyoruz.

Siyasetin bu denli kirlenebileceğini düşünemezdim. “Kaset” salvoları ve ağır tahrikler kullanılarak , ahlâk sözcülüğü bahanesiyle rakiplerin madara edilmeye (!) çalışıldığı bir seçim dönemi yaşadığımız. Bir de ağızları kulaklarında izleyen, dinleyen ve alkışlayan kalabalıklar var, bana antik Roma’da ölümüne dövüşlerin gerçekleştirildiği arenaların şiddete doymayan izleyicilerini hatırlatan. Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Hacı Bektaş Veli’nin yetiştiği bu topraklarda hitabet nasıl oldu da böylesine belden aşağı vurmaya başladı?

Bana göre en ürkütücü gelişme ise; kamplaşmaların yoğun yaşandığı basın sektöründe kalemlerin de, güya eleştiriyormuş kisvesi altında aynı hakaretamiz üslubu boca etmeleri yazılarına… Bir gazetecinin elbette siyasi tavrı, kendisini yakın hissettiği bir siyasi parti olabilir. Ancak sözleri ve yazılarıyla neredeyse parti militanı gibi hareket eden köşe yazarlarının saygınlıklarını gözden geçirmeleri gerektiğini düşünüyorum.

Yakın zamanda büyük bir felaket yaşamış Japon halkının, o kaosa açık ortamda sergiledikleri zarif, saygılı, görgülü tavrı izlemiş, nasıl da imrenmiştim. Ne yazık ki toplumumuzda kabadayılığa prim veren bir anlayış gittikçe yaygınlaşıyor. Şiddet sözle beslenir çoğu zaman. Eylemi çağırandır endazesi şaşmış sövgü. Toplumdaki yansımalarını cinayet, silahlı kavga vb haberlerin artışında görüyoruz.

Ciddi bir zihniyet sorunuyla baş başayız. Bulaşıcı… Güçlünün söz ve eylemlerinin, mutlak hakimiyetinin koşulsuz kabul edildiği. Ve bu zihniyette şiddet vazgeçilmezimiz, sevgiyi bile ifadede kullanılır olan. Örneğin Ayşe Paşalı cinayetine de böyle bir hastalıklı anlayış hakim. Ne diyor savunmasında sabık koca?: “Karımı çok seviyorum. Pişmanım.” Sevgi ve şiddet nasıl yan yana anılabilir ki? Öldürülen bir anneydi ve geride gözü yaşlı çocuklar bırakmıştı, o çocuklar ki babalarından bahsederken gözleri haklı bir nefretle bakan…

Yine de sevindirici gelişmeler oluyor bu ülkede. Boşandığı eşini gözünü kırpmadan, vahşice öldüren o adam hak ettiği cezayı aldı, ağırlaştırılmış müebbet hapis. Hem de yargının yavaş işlediğinden dem vurulan bir zaman diliminde hızlı sayılabilecek bir yargı süreciyle. Kim ne derse desin ben bu sürecin çabuk ilerleyip, karara bağlanmasında başarılı avukatının yanı sıra medyadaki kadın desteğinin ve kadın örgütleri dayanışmasının büyük payı olduğunu düşünmekteyim. Söz konusu davada verilen cezanın benzer davalara da emsal oluşturmasını diliyorum.

İkinci sevindirici gelişme de 6 yıl öncesine dayanan bir davada geç de olsa gelen karar. 8 Mart 2005 yılında Kadınlar Günü nedeniyle yapılan izinsiz gösteride orantısız güç kullanma, kasten yaralama suçlarından 6 polis hüküm giydi. Üstelik davanın iddianamesinde yer alan polis başmüfettişlerinin orantısız güç kullanıldığını doğrulayan nitelikteki raporları etkili oldu.

Aile içi şiddet, “kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışıyla beslenen bir canavardı, nice kadını parçaladı dişleriyle ancak kadınlar dayanışmaya başlayınca, sesini ve haklılığını duyurma şansına kavuştu mağdur kadınlar. “Avrupa Konseyi Kadına Karşı ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun Önlenmesi Sözleşmesi”’ni imzalamış 13 ülkeden biriyiz. Bu sözleşmenin yasal bağlayıcılığının devreye girebilmesi, uygulanabilmesi ancak TBMM tarafından onaylanması ile mümkün. Haydi kadınlar ve kadınları bu mücadelelerinde yalnız bırakmama erdemini gösterebilen erkekler, seçimden önce bu onayın gerçekleşmesi için birlik olalım.

Mücadeleden vazgeçmeyen, birlikte hareket edebilmeyi, dayanışmayı başarabilen tüm kadınların önünde saygıyla eğiliyorum.

Kıssadan hisse; uygar toplumlar arasında yer alabilmemiz, “edep”li olarak anılabilmemiz (!), siyasette, ailede, sözde, eylemde ve de sevgide şiddetin yerinin olmadığını anladığımızda, şiddete hep birlikte tepki gösterebildiğimiz takdirde mümkündür.

Şiddet üzerine…
Etiketlendi:
css.php