TBMM’nin 24. Dönem 1. Yasama yılı benzersiz bir krizle açıldı. Bir yanda Hatip Dicle ve diğer KCK tutuklusu milletvekilleri, diğer yanda CHP’nin Ergenekon Davası tutuklusu milletvekilleri Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay, MHP’nin Balyoz davası tutuklusu milletvekili Engin Alan yargının tartışmaya açık kararlarıyla tahliye edilmiyor.
Yaman bir çelişki duyumsuyor insan. Çünkü; Hatip Dicle dışında diğer tutukluların hakkında kesinleşmiş bir hüküm yok, uzun tutukluluk süreçleri söz konusu, evleri, bilgisayarları, tüm özel eşyaları didik didik edilmiş, alınan tüm belge ve bilgiler çoktan haklarındaki iddianamelere girmiş durumda ancak ne diyor yargı kararı? Delilleri karartma şüphesi… Hangi deliller nasıl karartılacak? Örneğin Balbay, 2 yılı aşkın süredir içeride, bu zamana kadar toplanılmamış delil mi kalır anlaşılır gibi değil. Ortada hukukçuların bile yorum birliğine varamadığı kafa karıştıran bir hukuk karmaşası var. Tv de izlediğim bir hukukçu ilginç bir saptamada bulunmuştu adı geçen tutuklu milletvekilleri hakkındaki yargı kararları ile ilgili: “Kararlar yasaya uygun ancak hukuka aykırıdır.” şeklinde.
Sıradan bir vatandaş bile “öyleyse yasalarda yapılacak değişikle bu kriz sona erebilir” çıkarımında kolaylıkla bulunabilirken yürütmenin uzlaşmadan uzak, yargılayan tavrı yaşanan kaosu derinleştiriyor.
Bilindiği üzere bağımsız milletvekilleri ve CHP sorunun çözümüne dair bir yol açılmadıkça mecliste yemin etmeme kararı aldılar. Özellikle CHP nin beklentisi bu konuda yürütmenin uzlaşmaya dönük bir çaba göstermesi. Çoğunluk partisi yangına körükle gitmeyi tercih ettiği sinyallerini verdi geçtiğimiz hafta demeçleriyle. MHP sorunun çözümünü mecliste arayacaklarını, yemin ederek gösterdi. CHP li dostlarım bana kızacaklar ama ben de bu yolun daha doğru olduğunu düşünüyorum. En doğru mücadelenin mecliste verileceği kanısındayım.
Karşılarında aldıkları %50 oyla özgüveni tavan yapmış bir parti var. Nitekim son grup toplantılarında yürütmenin başı ne dedi: “Siz olmasanız da komisyonlar bal gibi kurulur ve meclis çalışır” Böylesine üstten bir bakışa karşılık hali hazırda parti içi muhaliflerin kurultay toplama çabasıyla da mücadele eden -yargı kararlarına tepkilerini son derece haklı ve direnişlerini onurlu bulduğum- CHP’ nin gücünün eriyeceği, tabandan beklediği desteği alamayacağı endişesini taşımaktayım. BDP destekli bağımsız milletvekillerine gelince, KCK tutuklusu milletvekillerine tahliye yolu açılırsa, Hatip Dicle konusunda ısrarları sürer mi merak ediyorum zira tutuklu milletvekilleri içinde en zor çözüm hakkındaki hüküm kesinleşmiş Dicle’nin durumunda. YSK’nın milletvekilliğini düşürmesiyle sıradaki seçilmemiş bir AKP milletvekili adayı hiç zaman kaybetmeden mazbatasını alıp milletvekili oldu, yeminini de etti. İyice çetrefilli bir durum oluştu, gel de çık işin içinden. Ne tür bir çözüm işe yarayabilir ki? Umarım seçilmiş milletvekillerinin, halk tarafından kendilerine verilmiş görevlerini yerine getirmelerinin önünü açacak formül en kısa sürede bulunur ve uygulamaya konulur. Ülkenin önündeki sorunların çözümünde sağduyuya ve huzura ihtiyacı olduğunun herkes bilincinde olmalı.
Bu arada medyada “infaz timi” gibi hareket eden bir grup gazeteci tekrar hortladı ne yazık ki. Alaycı ve sırtlarını dayadıkları güçten beslenen bu türler her konuşmalarında özellikle CHP nin tutuklu vekillerine kin kusmaktan ve sanki haklarında hüküm verilmiş gibi “terörist” olduklarını ilan etmekten çekinmiyorlar. Vicdanları kararmış, demokrat kisvesiyle saldırgan ve faşizan tutum sergileyen bu şahısları ve onların bu türden konuşmalarına çanak tutan kimi habercileri kınıyorum.
Sivas Katliamı ile yüzleşemeyen “ileri demokrasi”(!)
2 Temmuz 1993 utanılası bir tarih. Kin ve nefretten gözleri dönmüş yobazların cehenneme çevirdikleri Madımak Oteli ve katledilen masum 35 can. Devletin seyirci kaldığı katliam… 18 yıldır her 2 Temmuz gelişinde vicdanları sızlatan o acı… Göstermelik girişimler dindirmiyor acıyı, utanç silinmiyor. Üstüne üstlük ölen 35 aydının anılmasına Valilik aracılığıyla devlet izin vermemeyi seçiyor. Bu da yetmezmiş gibi katledilenlerin isimlerinin arasına utanmadan, çekinmeden ölen iki saldırganın isimleri de ekleniyor. Oysa ortada bir insanlık suçu var. Ölen onca canın ailelerinin, sevdiklerinin yarasına tuz basmak değil de nedir bu?
İnsani bir anma töreninden bu denli rahatsız olmanın altında yatan sebep nedir? Halen elebaşlarının yakalanmadığı, devletin yüzleşmediği bir kara lekedir o ayaklanma. Yaşamını yitiren aydınlarımızın ailelerinin Madımak Oteli’nin bir utanç müzesi olması gibi masum ve duygusal taleplerini bile görmezden gelen zihniyet, hiç değilse sevdiklerini rahatça anmalarına izin vermeliydi geride kalanların. Böylesi duyarsızlıklarla içimizde asla iyileşemeyecek bir yaradır Sivas Katliamı. Yobazların ve devlet içindeki bazı destekçilerinin kinlerinin yarattığı o cehennemde yaşamlarını yitiren tüm masum canları sevgi ve saygıyla anıyorum. Sevgi, saygı ve sağduyunun hakim olduğu, ayrışmadan uzak bir gelecek diliyorum…