18 Mart 2013 tarihinde Ergenekon Davası savcısının verdiği mütalaanın ardından televizyonlarda tartışma programı enflasyonu yaşandı . Sermayesi iktidarın iki dudağı arasında kilitli bazı haber kanallarında görmeye alıştığımız, bir türlü vazgeçilemeyen yandan çarklı yorumcular yine o meşhur karalama kampanyalarıyla sahnedeydiler. Yüzlerine yapıştırdıkları alaysı, çok bilmiş tebessümleriyle yaşanan hukuksuzlukları eleştirenleri aşağılıyor, mahkemelerin henüz vermediği hükümleri veriyorlardı tutuklu Ergenekon ve Balyoz sanıkları hakkında. Konuşmalarını dinlerken sanırsınız ki o sanıklar sözde suçları işlerken, bu muhteremler (!) yanlarında olup kaydetmişler olan biteni. Pek demokratik moderatörler eşliğinde, sırtları erkin gücüne dayalı esip gürlerken, karşılarında vicdandan, hukuk katlinden bahseden diğer yorumcuları alayla karışık mat etme yarışındaydılar.

Yıllardır planlı bir şekilde yürütülen algı düzenlemesinin bildik aktörleri olduklarını düşündüm izlerken. Gözlerini belerterek, iddianamelerin belgesiz, desteksiz, sırıtan sözde delillerinden bahsederken ki heyecanları, sırtlanları getirdi aklıma nedense.

“İnsaf yahu!” diyebilen kaç kişiyiz merak ediyorum. “Taraftarım değilsen yok olmalısın” anlayışının hakimiyeti altında zulaya attığımız vicdanlarımızla, susuyor muyuz yoksa? Yanıltıcı, dayatmacı, orantısız “var”lamalarla; dönüşüm, başkalaşım deneniyor toplum üzerinde.

Bu ülkenin yazarları, bilim adamları, komutanları ve hatta milletvekilleri; geçmişlerinde yüz kızartıcı suçlardan hükümler olan gizli tanıklarla, varsayımlara dayalı bağlantılarla, yazdıkları yazılarla, düşünceleri nedeniyle içerde olduklarını, lehe delillerin yok sayıldığını, lehte tanıklık etmek isteyenlerin dinlenmediğini, hukuka aykırı delillerinse ayıklanmadığını haykırıyorlar. Desteklerini esirgememek için Silivri’yi komşu kapısı yapan izleyiciler, avukatlar, siyasetçiler, sanıkların adil yargılanmadıklarını anlatıyor.

Nasıl bir darbe planıysa, planlayanların çoğu tanış bile değil. Üstelik örgüte mensup olduğu ileri sürülen sanıkların hiç birisi örgüt üyesi olduğunu kabul etmiyor, varsayılan örgütü tanımıyor. Örgütün hiyerarşik yapısı bile ortaya konulamıyor, liderinin kim olduğu meçhul. Örgütün var olduğunu iddia eden savcıların başvurduğu kaynakların, gizli tanık ifadeleri olduğu sonucuna varıyorsunuz davaya dair bilgileri okudukça. Başlangıçta, davanın bir nevi temizeller operasyonu olduğuna inananların büyük bölümü artık muhalif avına dönüştüğü kuşkusunu duymaya başladı.

Cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye teşebbüsten, Genelkurmay Başkan’lığı yapmış bir komutan da dahil 64 sanığa müebbet isteniyor. İçlerinde biri var ki ölümcül bir hastalıkla cebelleşiyor. İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’ndan bahsediyorum, tedavi olması gerek ama bile isteye ölüme terk ediliyor. Kin ve intikam duygusunun ürperten yansıması bir duyarsızlıkla konuşuyor müebbet isteminin haklılığını (!) savunmaya kalkan yandan çarklılar, izlerken insanlığımdan utanıyorum.

Toplumun her kesimini kucaklayacağı söyleyen bir iktidarın döneminde; güçlü olanın, güce dayananın söz ve eylemlerinin koşulsuz kabul gördüğü, farklı düşünenin yok edilmek istendiği ciddi bir zihniyet sorununun pençesindeyiz.

İki yıl önce yazdığım bir yazımın son bölümünü alıntılayarak son veriyorum sözlerime:
“Farklılıklarla bir arada yaşamayı hazmedemeyen, dayatmalarla kin ve nefreti besleyen, kamplaşmadan, intikam alma ilkelliğinden kurtulamayan bir toplum iyiye, doğruya, adalete ulaşma çabasında naçardır. Hak ve adaletin herkes için ve toplum huzurunu korumak adına olduğunu içselleştiremeyen, “bugünün gücüne” dayananlar, gün gelir güçten ve inandırıcılıktan yoksun kalırlar! “

İnsaf Yahu!
Etiketlendi:         
css.php