Neredeyse ışık hızında hazırlanıp, pişirilip, 21 Mart’ta sunulan “Barış” soslu terör üstü “Dönerler”in lezzeti ile beynimiz hazdan (!) uyuşmuşken, öğrendik ki ne hikmetse Amerikan Başkanı Obama’nın da İsrail Başbakanı Netanyahu’yu göresi gelmiş aynı süreçte. Bu iki ülkenin dillere destan büyük aşkları malumumuz da zamanlama ile ilgili şüphelerimiz vardı, bizi fazla meraklandırmadan müjdeyi verdi hükümetimiz: İsrail, 9 vatandaşımızın öldürüldüğü “Mavi Marmara” saldırısı sonrası Türkiye’nin üç yıla yakın bir süredir kendisine küsmesine dayanamamış ve büyük biraderimizle kafa kafaya verip bu küslüğü sonlandırma kararı almışlar. Merak ediyorum Obama, telefonu Netanyahu’nun eline tutuşturup “Hadi aslanım, yapabilirsin, hem ben de konuşurum, Erdoğan sesimi özlemiştir” demiş midir?

Neyse, oraları fazla kurcalamayalım. Sonuçta beklenen “özür” gerçekleşti ya, bizim barış coşkusundan başları dönem medyamızın, iktidara sevdalı yandan çarklı yorumcuları aldılar sazı ellerine, başladılar güzellemelere. Algı düzenlemesinden pelteye dönen beyinlerimize, Ortadoğu’nun hamisi olmaya soyunmuş bir liderin yeni bir “büyük zaferi” pompalanıyor yine…

Yüzeysel bir bakışla değerlendirirsek, “Arap Baharı” sonrası, değişen yönetimlerin radikal tavırları nedeniyle müslüman coğrafyada yalnız kalmış, bölgede tek müttefiki olan Türkiye’nin desteğinden yoksun, gariban (!) İsrail’in, yeniden bir hareket alanı yaratma çabası-mı-dır bu özür. Objektif olduğunu iddia eden dış politika uzmanlarının bazıları bu savı destekleyen açıklamalar yapıyorlar.

Oysa kör kör parmağım gözüne bir gerçeklik muhafaza ediyor yerini hâlâ; Büyük Ortadoğu Projesi! ABD’nin sömürgen düşlerinin yansıması, çok kapsamlı, İslâm coğrafyasını ABD’nin “ekonomik ve güvenlik çıkarları” çerçevesinde dönüştürme planı. Arap ülkelerine “demokrasi” getirme bahanesi ile kırdığı cevizler hepimizin malumu olan bu büyük güç, yaşadığı ekonomik krizin sekteye uğrattığı küresel liderliğini, son bir kaç yıldır tekrar hız kazandırdığı BOP ile parlatma yolunda.

2000 li yılların başlarında dillendirilen söz konusu projenin temeli aslında 1957 yılında ABD Kongresinde kabul görmüş Eisenhower Doktrini olarak da geçen, Ortadoğu’da Barış ve İstikrarı Koruma kararı ile atıldı. O dönemlerde Sovyet Rusya’nın Ortadoğu ülkeleri üzerindeki hegemonyasını yok etmek, o çok korkulan komünizmin yayılmasını engellemek amacıyla Ortadoğu ülkelerine ekonomik ve askeri destek verilmesi hedeflenmişti.

1997 yılından itibaren Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi ortaya çıktı. Projenin yaratıcıları Amerika’nın mutlak liderliğinin dünya için bir çeşit nimet (!) olacağı varsayımından hareket ettiler. İçeriği, özellikle ABD Başkanı George W. Bush döneminin dış politikasında ve Irak üzerindeki demokrasi (!) kurgusunda etkili olmuştu. Şimdiki BOP, adı geçen projenin bir alt unsuru ve devamı niteliğindedir.

Tüm bu ABD kökenli birbirinin devamı olan projelerin ortak amaçları en kaba tabirle ABD’nin yayılmacı devlet politikalarını allayıp pullayıp, barış ve istikrar sosuyla batı karşısında komplekse kapılmış az gelişmiş ülkelere kakalamaktır.

Neden Ortadoğu? Çünkü ucuz ve kaliteli petrol, zengin doğalgaz rezervleri ile bölge iştah kabartıcıdır. Üstelik radikal İslâm ile başı derde girmiş ABD için, kendi kontrollerinde bir ılımlı İslâm evladır. Yani kısacası güvenlikle ilgili ve ekonomik çıkarları için biçilmiş kaftandır Ortadoğu. Bölgede, jeostratejik hesapların ve çıkarların güdülebileceği denli önemli bir coğrafyada yer alan, NATO müttefiki ve ılımlı İslâm modeline göz kırpan AKP yönetimiyle , ileri karakol olmaya en uygun ülke Türkiye’dir. Yeni Osmanlıcılık hayallerinin doruğa çıktığı bu dönemde, “PKK ile el ele barış süreci” kurgulanırken, eyalet sisteminin tartışmaya açılması hiç de tesadüf değil diye düşünmekteyim. Zira yayınlanan haritalarda da gördüğümüz doğu anadolunun bir bölümünü ve güneydoğu anadoluyu da içine alan ve Irak’ın kuzeyinde yer alan Bölgesel Kürt yönetimi ile birleştirilmiş özerk Kürdistan öncelikle bir Amerikan hayali değil midir? Dünün sosyalisti Öcalan bile ağız değiştirip ümmetçiliğe soyunduğuna göre tasarlanan, Ilımlı İslâmın birleştiriciliğinde efendisine hizmet eden yeni karakollar oluşturmak olabilir mi?

Gelelim “özür” meselesine, önce kısa bir hatırlatma yapayım, İsrail ilk kez bir devletten özür dilemiyor. 2011 yılında İsrail Güvenlik Güçleri tarafından açılan ateşte ölen Mısırlı 5 polis için de üstelik olaydan kısa bir süre sonra Mısır’dan özür dilemişti. Her neyse, Netanyahu’nun özürü ve ölenlerin ailelerine tazminat ödemeyi kabul edişinin başbakanın zaferi olarak sunulduğu ve alkışlandığı bu günlerde, Netanyahu ülkesinde yaptığı açıklamalarda Suriye’deki kimyasal silahların teröristlerin eline geçmesi tehlikesi ve öncelikle İran’ın nükleer politikaları da dahil bölgesel sorunları çözme konusunda Türkiye ile işbirliği yapma gerekliliğinin altını çizdi.

ABD’nin planlarına da engel iki ülke Suriye ve İran… Suriye yönetiminin bu denli direneceği hesaplanamamıştı tabii. Ve İran’ın nükleer programı da ciddi tehdit unsuru. NATO’dan kurulması istenen ve savunma amaçlı olduğu iddia edilen patriotlar Adana, Kahramanmaraş ve Gaziantep’te çoktan kuruldu bile. Yani tam da barışılması gereken, planın işleyişinde dönüm noktası bir dönemde geldi o “özür”. Ne diyelim: “Özür bahane, BOP Şahane (!)”

“Özür” bahane, BOP “Şahane” (!)
Etiketlendi:             
css.php