Günlerdir tavana vurmuş öfkemin biraz olsun dinmesini bekliyorum Reyhanlı katliamını yazmak için. Ancak anladım ki her yeni yapılan açıklama ve bilgi ile daha da bileniyorum. Hele bir de aklı kirada, vicdanı çöpte gölge insanlar, içlerindeki zehri akıtmaya başlayınca, zihnimi yazmak dışında hiçbir şeyin rahatlatamayacağını görüyorum.
Birbirinden farklı, kültürlerin, dinlerin, mezheplerin barış içinde yaşadığı Hatay ilimiz, birilerinin , yeni Osmanlıcılık hayallerini ve ABD güdümlü bölgesel güç olma ihtiraslarını tatmin için, siyasal İslamcı teröristlere özgürlük savaşçısı muamelesinin yapıldığı kanlı, mezhepsel bir savaş bataklığının içine çekiliyor. Güzelim kent göz göre göre, yalanın dibini bulmuşların, emperyalist tezgâhlarında pazarlanıyor. Halk ” El Kaide’nin silahlı ajanları cirit atıyor, teröre mahkûm ediliyoruz” çığlıkları atarken, devlet cephesinde kulaklar sağır, gözler kör. Tutturmuşlar “Hedef çözüm süreci” diye, yerseniz.
Reyhanlı’daki patlamanın öncesinde ve sonrasında yaşananlar yalan rüzgârı kıvamında. İktidar cephesindeki açıklamalarda bir keşmekeşliktir gidiyor. Aylar öncesinden bu katliamın ayak sesleri duyuluyordu ama medyadaki dalkavuklar korosunun beraber ve solo geçişleriyle Hatay halkı kaderine terk edildi. Patlama sonrası açıklamalar ise evlere şenlik. Bir de üstüne yayın yasağı, şüpheye düşmemek için ya dalkavuk ya da sazan olmak gerek.
Olaydan bir gün önce MİT’in, Suriye’nin Rakka kentinden bomba yüklü üç aracın Türkiye’ye giriş yapacağı istihbaratı sızmıştı.Tuhaf ki, istihbarat sızıntıyla kaldı. 11 Şubat’ta Cilvegözü Sınır Kapısı’ndaki, 13 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırının sonrasında Hükûmetin, “kuş uçurtmayacağını” söylediği o sınırdan, nasıl oluyorsa bomba yüklü bir aracın, görünmeden giriş yapıp, Reyhanlı’daki saldırıyı gerçekleştirdiği söylendi. Ya Suriyeli teröristler ışınlanmayı keşfetti ya da bizimkiler “atış serbest” alışkanlığı ile bol keseden atıyorlar diye düşünmekten kendimi alamadım.
İlginç olan bir başka nokta da aracın geldiğini söyledikleri Rakka’nın; El Kaide ile bağlantılı El Nusra Cephesi’nin kontrolünde olması. Bize olayın üzerinden 24 saat geçmeden faillerin kim olduğu açıklandı? Suriye El Muhaberat İstihbarat Örgütü’nün yerli işbirlikçileri. Tam; “acaip bir örgüt, tutup muhaliflerin kucağında eylem planlıyorlar” diye düşünecekken yanılmayı çok seven İçişleri bakanımız, Rakka ısrarından vazgeçti. “Bombalar Suriye’den, araçlar Türkiye’den” dedi. Ha bu arada tabii ki olayın “ÖSO” ile hiiç alâkası olmadığını da iliştirdi açıklamalarına. Oysa patlamadan sonra bazı Reyhanlılar , o gün Suriyeli mültecilerin ortada görünmediklerinden, saldırının önceden haber alınma olasılığının yüksekliğinden veya bizzat ÖSO’nun saldırıyı düzenlemiş olabileceğinden bahsetmişlerdi. Olay sonrası henüz hiçbir mültecinin ölüm haberinin gelmemiş olması, söylenenleri doğrular nitelikte değil mi? Yorum sizin.
Nasıl bir tesadüfse, patlamadan birkaç gün önce MOBESE kameraları arızalanmış, tamiri de mümkün olamamış (!). Kayıt (bakana göre var ama) yok! İstihbarat var ama çelişki çok, bahane ise emniyetle, MİT arasında kopukluk … Bakan Güler son açıklamalarında ısrarla “Alınan istihbarat, doğrudan Reyhanlı ilçesine yönelik bir tehdidi içermiyordu” savunmasını yapıyor. Her açıklama, her gerekçe telaş ve panik içeriyor. Bazı yazarlar “İstihbaratın ruhu duymamış” diye yazdılar, bana kalırsa ruhunun duymuş ama duymazdan gelmiş olma olasılığı da var!…
Resmi rakamlara göre katliamda hayatını kaybedenlerin sayısı 51. Resmi olmayan hastane haberlerine göre ise 100 ün üzerinde. Ulusal yas beklerken, Başbakanımızın, sesinin yanında herhalde cismini de özlediği (!) dost Obama’ya doğru yola revan olduğunu öğrendik. Savaş için onay isterken yeni argümanı Reyhanlı saldırısı olacaktır artık. Giderken “Gelene kadar çok şey değişecek” deyip kafamızı daha da bulandırmaktan geri kalmadı. Bakalım gelecek günler ne tatsız sürprizlere gebe olacak.
Bu yazıyı yazdığım şu ana dek hiçbir hükümet yetkilisinin gitmediği Reyhanlı’ya, Cumhurbaşkanı Gül’ün gideceği haberi verildi. CHP’li milletvekillerin aktardığına göre “delillerin temizlendiği”, ortalığın toparlandığı bir Reyhanlı hazırlandı, yayın yasağına da gerek kalmadı artık ve kaldırıldı. Her şey süt liman (!).
Ben bir çok ayrıntıyı girmediğim halde yoruldum çelişkilerle dolu süreci anlatmaktan ve tabii ki siz de okumaktan. Ancak midemi bulandıran, “yalandan beslenmeyi” iş edinmişlerden de bahsetmeden geçemeyeceğim; hastalıklı beyinleriyle, muhalifleri mazlum, Reyhanlı halkını cani gibi göstermeye kalkışan ahlak yoksunu gazeteci-yazar müsveddelerini de, hükümetin akıllara zarar, savaşı çağıran Suriye politikasını aklayacağım derdiyle can kayıplarının “Ortadoğu’da etkili aktör olmanın maliyeti” olduğunu söyleyebilecek denli vicdanı kömürleşmiş gazetecileri de görmek talihsizliğini yaşadık maalesef. Onları tarihin utanç sayfalarına yazmak boynumuzun borcu. Ayrıca yayın yasağının, gazetecilere gerek olmadığı vurgusuyla savunulmasının, 12 Eylül’ün faşist Cunta yönetimini hatırlatması ne yaman tecellidir, isyan edilesi…
Reyhanlı’da yaşamını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve baş sağlığı, yaralılara da acil şifa diliyorum. Acıları, acımızdır. Onlara bu zulmü layık görenlerin hesap verecekleri, cezasız kalmayacakları günleri görebilmek umuduyla…
NOT: Teröristleri etkisiz hale getiremeyen, aldıkları istihbarata rağmen önlem alamayan devletin, Reyhanlı katliamını protesto etmek isteyen üniverite öğrencilerine cop ve biber gazıyla hadlerini bildirmesi (!) yüreklere su serpti (!)…