Televizyonlarda Boğaz’ın üçüncü köprüsünün temel atma töreni Ağır toplar huşu içinde ellerini havaya kaldırmış İstanbul Müftüsü eşliğinde dua ediyorlar. Tören İstanbul’un Fethi’nin 560. Yıl dönümüne denk getirilmiş özellikle, ‘fetih ruhu ile tarih yazdıkları’ vurgusu var dillerinde. Yok sayılan son 90 yılın, yani Cumhuriyet döneminin öncesine göndermeler yapılıyor, Osmanlı hayranlığı ile ecdada güzellemeler o uzun ve ağdalı metinden söze dökülüyor, sanki fetihname okunuyor.
Başbakan “Fatih Sultan Mehmet’ten fetih ruhunu da miras aldıklarını” söylüyor. Sahi fetih neydi? : Bir şehir veya ülkeyi savaşarak almak. Bundan 560 yıl öncesinin geçerli bu siyasal yöntemi, içinde bulunduğumuz yüzyılda emperyalizmin dik âlâsıdır. Yeni Osmanlıcılık heveslileri için imparatorluk günlerine atıfta bulunup, devamlılık mesajları vermek nasıl da ideal bir göz boyama biçimi…
Başbakan Erdoğan tarih yazdıklarını, Kanal İstanbul gibi projelerin temellerinin de atılmasının yakın olduğunu müjdeliyor. Tarih yazılıyor, doğru; bir çok yazımda vurguladığım gibi ihale cambazlığı ile rant elde etmenin zirve yaptığı bir tarih bu. Osmanlı ruhunu canlandırma söylevleri verilirken, öte yanda -şehirlerin tarihi ve tabiat dokusunu bozarak- modern şehirler inşa edildiği iddiası, çelişkili değil de nedir? ‘Ben yaptım oldu’ tutumundaki özgüven ifratı, kerameti kendinden menkul liberal (!) yazarların ; ‘üç dönem iktidarda olmanın doğal sonucudur’ hoş görmeleri ile açıklanabilecek, hafifsenebilecek bir durum değil.
Üçüncü köprünün adı üzerinde, bir iki söz söylemeden önce, henüz yalakalığa terfi etmemiş (!), direnen birkaç muhalif gazetede arşivlerden çıkarılıp, kamuoyuna sunulan bir demeci vurgulamadan geçemeyeceğim. 1995 yılına ait bir gazete kupürü, o dönem Tansu Çiller başbakan ve R.T.Erdoğan ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Konu yine üçüncü köprü ve bakın Erdoğan ne demiş :” Üçüncü köprü bir cinayettir. Böyle bir teşebbüs İstanbul’un çağdaş kentleşmesi ve şehir içi ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur.” Akıl taşınabilir bir şey midir? Ne tür bir mutasyon görmüştür ki taban tabana zıt bir söz ve eylem transferi gerçekleşmiştir? Aklıma Eflatun’un Devlet kitabı geldi. Doğru ve gerçek arasındaki ince farkı, Sokrat’ın “doğru” konusundaki akıl yürütme derslerinden birinde öğrencilerinden biri ne güzel özetlemişti : “Doğru, güçlünün işine gelendir” diye. Günümüze uygun bir ironi içeriyor bu sav. Ama zihnimde en çok altı çizili kalan ise Başbakan’ın belediye başkanı iken verdiği o demeçte “İnşallah bu cinayet bitmeden hükümet değişir” sözü. Sosyal medyadaki paylaşımlarda gördüm ki benim gibi çokları, Başbakanımızdan feyzalıp, Allah’a havale etmişler bu derin anlamlı (!) dileklerini. Hele biri var ki onun dualarının kabul görme olasılığı çok yüksek: Dini bütün bir Müslüman olduğuna inancımın tam olduğu İhsan Eliaçık. Twitter’da bu sözün altına eklediği “Âmin” ile milyonların umudunu güçlendirmiştir.
Gelelim Boğazın üçüncü köprüsüne verilen ad meselesine. Birçok tarih kitabında Anadolu Türkmen Alevilerini siyasal amaçları için katlettiği yazılan Yavuz Sultan Selim, AKP’lilerin ruhlarındaki fetih coşkusu ile üçüncü köprüye ad oldu. Fetih yıldönümünde, tam da bu hükümet ve avanesi çıkarılan alkollü içki yasası gibi yasaları din ile temellendirilip ve dinin Sünni dayatmaları Diyanet’in icraat ve söylemleriyle harmanlanıyorken, Suriye’nin mezhep çatışmalarını körükleyen iç savaşında Alevilerin katline, Sünni destek göz önündeyken; Anadolu’yu Alevilerden temizleyip (!), Sünni mezhebe resmiyet kazandırıp, Hilafet makamını elde eden bir padişahın adının bu köprüye verilmesi tesadüf olmamalı diye düşünüyorum.
Kendi inanışlarının dışındakilere ‘köprüleri kapatan’ iktidar anlayışının, bu son kararıyla, neredeyse Alevilere dirsek göstermesi, “barış” sözcüğünün sıkça tekrarlandığı bu süreçte yine ve yeniden ayrıştırıcı, ötekileştirici bir döneme geçildiğini işaret etmektedir. Geçmişin inkârcı ve asimile edici olduğunu iddia ettikleri politikalarını, sürekli hedef tahtasına koyan hükümetin, aynı siyasi yaklaşımı üçüncü dönemin, toplumu bölen üçüncü köprüsüyle hortlatması tehlikeli bir virajın sinyalini veriyor sanki.
Kahreden bir vurdumduymazlığın, aymazlığın içinde neredeyse sağduyu dilenir olduk. Madem pragmatik, popülist bir siyasal düzen hakim ve hâlâ “doğru, güçlünün işine gelen” o halde toplumsal gücün yasal zemini olan sivil toplum örgütlerine çok iş düşüyor. Atıl kaldıkları her an, kördüğüme doğru giden uzlaşmadan yoksun yoz bir kültüre hizmet olacaktır. İnandığınız değerler ve doğrular için yasal bir mücadele, gazla terbiyesi (!) mümkün olmayan, saygıdeğer bir kararlılığın göstergesidir kanımca.
Not: Taksim Gezi Parkı’ndaki dehşet verici devlet şiddetini kınıyorum. Yaralılara şifa, devleti yönetenlere de Allah’tan sağduyu diliyorum. Tek amaçları yaşadıkları kentin doğasına, dokusuna sahip çıkmak olan, saldırıya uğrayan eylemcilerin barışcıl tepkilerini desteklediğimi buradan ilan ediyorum.