Dansa ilgisi olanlar bilir, valsin en belirgin özelliği, çiftlerin birbirine sıkıca tutunup bir nokta çevresinde dönerek dans etmeleridir. Benim kişisel düşüncem, bu dans, dans eden için çok keyifli olsa da, partnerini bulamamış izleyiciler için ızdırap kaynağıdır. Ha, belki bir de elinizde olsa ümüğünü sıkacağınız biriyle, diplomasi ekseninde mecburi bir eşleşme de azap verici olabilir. Neyse, niyetim bir dans türü olan vals üzerine ahkâm kesmek değil, onu uzmanlarına bırakıyorum. Dış politikayı, özellikle de Ortadoğu kıskacındaki yanar döner hallerimizi düşününce, aklıma gelen bir çağrışımdan yola çıkmak istedim sadece.

Bazen bir konu veya durumun ortaya çıkışının altındaki sebepler doğru ve anlaşılır olsa da, gelişim aşamasında, nedenler doğru analiz edilmediğinde sonuçlar kaosa işaret edebilirler. Nitekim Arap Baharı da böylesi bir fenomen. Başta özgürlük ve eşitlik çığlıkları atılarak girilen süreç, sömürgenlerin ve sömürgen dalkavuklarının cehennem valsinden sonra, etin tırnağa düşman olduğu, mezhepsel ve etnik ayrışmaların zirveye ulaştığı, sonu gelmez çatışmaların yaşandığı bir döneme girdi. Cehaletini ve aç gözlülüğünü din diye pazarlayan mollaların, şeyhlerin fetvalarıyla, ilkel dürtüleri harekete geçen insan kılığındaki çokların, Yaradan’ın verdiği canı alma cüretini gösterdiklerine tanık olduk, oluyoruz. Üstelik ne ile yapıyorlar bunu, her fırsatta kâfirliklerini ilan ettikleri batının silah baronlarına el açarak. Mide bulandıran çelişki!

Ortadoğu’daki dış destekli kalkışmaların temelinde demokrasi, özgürlük vs. olmadığı herkesin malumu. Birilerinin güç, birilerinin ise petrolden pay kapma mücadelesi ile dönüyor bin bir oyun orada. Ulvi değerler için mücadele ediyorsanız, bağımsızlık manifestonuz olmalı. Yakın tarihe baktığımızda demokrasi havariliğine soyunanların ilk işinin, demokratik her türlü hakkın katline imza atmak olduğunu görmemek için art niyetli ya da saf olmak gerekiyor. Demokrasi getirmek için altı üstüne getirilen Irak’ın durumu ortada, sömürgenlerin yarattığı kargaşadan filizlenen siyasal İslamcı örgütlerin kıyıma vardırdığı mezhep çatışmalarıyla insanlar ölüyor hala.

Bu bölgedeki radikal dinci gruplara bir göz attığımızda, bağlantıları, bize aslında ne olup bittiğine dair önemli ipuçları veriyor. Onlardan biri olan ve yukarıda sözünü ettiğim kaos ile palazlanan El Kaide’nin kolları tutkulu bir biçimde uzuyor iç çatışmalara gebe her bölgede. Öylesi bir kirli ve kanlı oyun ki tezgâhlanan, bunu anlamak için geçmişlerine ve bağlantılarına bakmak yetiyor. Örneğin, Rusların Afganistan işgaline karşı, Afganistan’ı korumak için kurulmuş bu köktendinci silahlı örgütün önemli isimlerinin, zaman zaman Ruslarla olan işbirliğini öğrenebiliyoruz. Zehirlenerek öldürülen Rus ajan Alexander Litvinenko’ nun “İddialar” isimli kitabını İngilizce’ ye çeviren ve kitabın editörlüğü yapan, Litvinenko’ nun yakın arkadaşı Pavel Stroilov ile yapılan 2008 yılındaki bir röportajdan söz ediyorum.

Öyle bir işbirliği ki, Stroilov’a göre; FSB’ nin(Rusya Federasyonu Gizli Servisi) en az iki ajanı El-Kaide örgütü içerisinde yer almış. Bu isimlerden birisinin, Usama bin Laden’ in sağ kolu olan ve yıllardır, dünyanın en çok aranan isimlerinden, Mısırlı İslami Cihad Örgütü’ nün eski lideri Aiman al-Zawahiri olduğunu belirtiyor. Aiman al-Zawahiri’nin FSB tarafından Dağıstan’ daki özel bir kampta eğitildiği ve buradan da Afganistan’ a gönderildiğini, Afganistan’ da El-Kaide’ ye katılan al-Zawahiri’nin, Usame bin Laden’ in ardından iki numaralı isim haline geldiğini söylüyor, kitaptaki belgelere dayanarak. Din adına kafa kesmesi ile ünlü bu örgüt, halifelikleri canlandırıp, İsrail’i yok edip, büyük İslam devletleri kurmak iddia ve inancı ile arz-ı endam ediyor, taraftar buluyor kendine. Eylem ve taktiklerine bakıldığında, niyet okunabiliyor, ülkemizde cirit attıklarını görmek eza veriyor. Ne yazık ki az gelişmiş ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin dış politikalarının, ideallerin maske yapıldığı, kimin elinin kimin cebinde olduğu şüpheli, bir alacakaranlık kuşağında yön bulmaya çalışmasının yararsızlığı göze batıyor.

Suriye’deki iç savaşta da, muhaliflerin Antakya’da kurduğu güya özgürlük savaşçılarından oluşan ÖSO, lojistik, silah ve istihbarat yardımını; Katar, Suudi Arabistan, BAE, Libya, ABD ve Türkiye’den alıyor. Muktedirler tarafından Essad’ın fazla direnemeyeceğini, Mübarek ve Kaddafi gibi alt edileceğini sanarak başımıza bela edildiler. CIA destekli özellikle Katar üzerinden, Amerikan yardımlarından pay alan Özgür Suriye Ordusu üyelerine, Pentagon tarafından da onaylanan bilgilere göre Ürdün’deki kamplarda ABD, İngiltere ve Fransa silahlı kuvvetlerinden askeri eğitmenler eğitim vermekteler, bizde de böylesi bir eğitimin verildiği haberleri uçurulmuş ama her zamanki gibi iddia olarak kalmıştı. Özgürlük, çıkarlarının dışındaki hiçbir şeye yaşam hakkı tanımayan sabıkalıların aracılığıyla elde edilmeye çalışılıyor, ütopik!

Gelelim El Nusra’ya; El Kaide’nin yan kolu gibi savaşan, katliamlarında aynı yöntemleri kullanan bu örgüt de sözde ABD’nin düşmanı. Reyhanlı katliamının adı zikredilmese de delillere göre faili olduğu zihinlere kazınmış, bu örgütün teröristlerinin tekbir sesleri eşliğinde çektiği patlama görüntülerinden. Ellerinde onca insanımızın kanı var. Bizimkilerin, RTE’nin Obama’ya,söylediği “Bölgedeki en güçlü örgüt El Nusra’dır” sözünü unutup, ABD’nin söz konusu örgütü terörist ilan etmesinin ardından, El Nusra ile ÖSO’nun bağlantılı olmadığını anlatma çabasına rağmen, dış kaynaklar her iki örgütün zaman zaman işbirliği yaptığının altını çizmekteler. Dolayısıyla garip bir durum ortaya çıkıyor, tıpkı El Kaide ile ABD’nin, saman altından su yürüttüğü iddialarına benzeyen. Yani ÖSO desteklenirken, kimi eylemlerde ortak hareket eden örgütlerden biri terörist ilan edilmiş oluyor. Lübnanlı bir siyaset yorumcusu olan Dr. Asad Abu Khalil’in bu konuda düşündüren bir yorumu var, aynen şöyle : “El-Nusra’yı terörist örgüt olarak ilan etmekle, Amerikan Hükümeti basitçe diğer bütün silahlı Suriyeli gruplara her çeşit savaş suçu işlemelerine lisans vermiş oldu. Yani, bütün o savaş suçlarından kaçınan silahlı grupların yapması gereken, basitçe El-Nusra cephesinin bayrağı altına girmek. Yani, Özgür Suriye Ordusu şemsiyesi altındaki bir silahlı grup savaş suçu işleyebilir ve ertesi gün bir kınama işitebilir. Bu savaş suçlarına verilen limitsiz bir kredi.” İlginç bir bakış açısı değil mi? Bana kalırsa geçmişte yaşanılan örnekler bu yorumu doğrular nitelikte.

Suriye’nin kuzeyinde mezhep ile birlikte etnik çatışmalar da hızlandı. PKK’ye yakınlığı ile bilinen Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) bağlı, Halk Savunma Güçleri (YPG), Suriye’nin kuzeyinde El Kaide ve ÖSO’nun saldırılarını sürdürdüğünü açıkladı. ÖSO’nun Baas rejimine karşı savaşmayı bırakıp, tüm güçleri ile Kürtlere saldırdıklarını söylüyor YPG. Bu örgütlerin her biri farklı bir var olma amacının peşinde birbirine girerken, olan Lazkiye’de sivil halka oluyor. Ne acıdır dini kullanarak, adı, kimliği, mezhebi ne olursa olsun insan canına kıyıldığını görmek ve siyasilerin kendi siyasal hesaplarının doğrultusunda ayrım yaparak kınamada bulunmaları.
Aslında birileri için, mezhepçiliği yayarak, Şii direncini kırıp özellikle İran’ı hizaya getirmek ve ulusal çıkarlarını korumak için tasarlanan bir savaşın içindeki, bu figüranlarla biz; stratejik yoksunluğu, derinlik yanılsamasıyla uygulamaya koyuyor, dengeden ve tutarlılıktan uzak, ateşe dalıyoruz. Bölge liderliğine soyunduğunuz zaman, yüzünüze gözünüze bulaştırmayacak denli hâkim olmanız gerekir unsurlarına, Batı’nın sinsice becerdiği gibi… Aksi halde dans etmeye mecbur kalırsınız sizin doğru adımlar atmanızı engelleyen, sürekli ayağınıza basan partnerinizle…Sıfır sorunun anlamının, baştaki sıfırın etkisiz eleman olma özelliğini kullanarak açıklanması daha doğru olacak içinde bulunduğumuz bu süreçte.

Cehennem Valsi’nde terör çemberi
Etiketlendi:                 
css.php