Yurtsever, aydın olma iddiasındaki her birey gibi endişeliyim ben de… 90. Yılını kutlamaya hazırlandığımız Cumhuriyet’imiz, karşı devrimin sinsice başlattığı ama artık gizlemeye bile gerek duymadığı bir tahribatla karşı karşıya, kimyası ile oynanıyor. Bu dönüşüme direnç gösterenler, “liberal” külâhlı, soldan devşirme –ki bence asla içselleştiremedikleri sol ile de çelişkili, yüzergezer-medya cambazlarının, siyaset hokkabazlarının “faşist” yaftaları ile hedef gösteriliyorlar. Savlarını desteklemek için de karşı devrim unsurlarının yuvalanmalarına, semirmelerine olanak tanıyan 12 Eylül cuntasının akıl yoksunu yönetmeliklerini, dayatmalarını örnek gösteriyorlar. Yıllarca yazmaktan usanmadığım, dikkat çekmeye çalıştığım algı düzenlemesinin benzersiz malzemelerinden biri, ellerinde ve sözlerinde Atatürk ilke ve devrimlerine karşı silaha dönüşüyor. Dinci fırsatçılar ile kol kola Cumhuriyet’imizin kazanımları, “özgürlük” yanılsaması yaratılarak bir bir yok ediliyor.

-Bre gafiller, tezgâhlanan yeşil saltanat oyununun yalaka bezirgânları, işbirliğinizle amaçlarına ulaştıklarında esaminiz okunmayacak bilmez misiniz? Dayanılması güç varlığınızın, çürümüş bir yokluğa dönüşmesine itirazım olmazdı, arkanızdan bin bir emekle kurulmuş, dünyaya meydan okumuş bir cumhuriyeti de sürüklüyor olmasaydınız eğer…-

Cumhuriyeti; “halkın kurumlaşmış biçimi” diye yorumlayan ve demokrasiyi de cumhuriyete özgü sandığa indirgeyen bir başbakanımız var. Cumhuriyet en basit anlamıyla halkın kendisini yönetenleri seçmesidir ya, hala anlaşılamayan her cumhuriyetin demokrasiyle bağdaşmadığı, demokratik olmadığı gerçeğidir. Evrensel hak ve özgürlükler gözetilmiyorsa, bireyin aklı ve vicdanı, kendini ifade etme özgürlüğü yok sayılıyorsa, hukuk önünde eşitlik ilkesinden yoksunsa o cumhuriyetin yarı dikta rejimine dönüşme olasılığı mevcuttur günümüzdeki gibi. Oysa 1923 de kurulan cumhuriyet, çağdaş dünyanın oluşturduğu evrensel hak ve özgürlüklere dayalı, gelişmeye açık, devinim içeren bir manifesto ile kurulmuştu. Şimdi gelinen nokta ne de hazin bu anlamda.

Sırtı, varlığını borçlu olduğu büyük birader tarafından sıvazlanan muktedirler, kişiliksiz dalkavukların sırnaşık, ağdalı övgü ve alkışları ile tek tek memleketin çivilerini çıkardılar temelinden. Ancak ne yalan söyleyeyim bu denli tahribat yaşanmamıştı ve kuruluş felsefesi “Egemenlik kayıtsız şartsız, milletindir” olan cumhuriyetimizin kimyasıyla, böylesine oynanmamıştı. İslam devletlerinin yörüngesine sokulan, birincil ilkelerinden laiklik yerle bir edilerek, kadının bireysel hak ve özgürlüklerini salt türbana indirgeyip, yaşamsal haklarını devletin dayatmalarıyla tırpanlayanlar, çağdaş ve evrensel yaşamdan git gide koparıyor ülkeyi.

Gittikçe artan vergi yükü, kâr elde edenler de dahil üç kuruşa satıp savılan cumhuriyetin kurumlarından elde edilen sıcak para vb derken şişirilmiş bir yaldızlı ekonomi balonuna tutunup, istikrar keklemesiyle meçhule uçuyoruz. Büyümenin salt dış borçlanmadan gelen dış tasarruflarla sağlanmaya çalışıldığı, ihracatın ithalatın gölgesinde kaldığı, tarım ve hayvancılığın ithalat kıskacına itildiği, dolayısıyla yüksek cari açıkla karşı karşıya kalınan bir ekonomi kerli ferli laf cambazı iktidar yakını ekonomistlerce nasıl da övgüye mazhar oluyor değil mi? Kurnazca planlanan bir oyun sahnedeki…

Dış politikamız zaten özel ilgi alanımdı, defalarca yazdığım gibi çıkmaza sürükleniyoruz. Sınır komşumuz radikal İslamcı bir örgüt oluverdi katkılarımızla. Sınırımızda olmaları yetmiyormuş gibi, büyük kentlerimize de yerleştirilen ve birçoğu hızla vatandaşlığa geçirilen militan mülteciler ve onlara bütçeden ayrılan gizli pay… Gergin, her an kopmaya hazır bir dış siyaset. “Yurtta sulh, cihanda sulh” hasırın altından da çöpe gönderildi gibi…

Bakmayın, şu son Van konuşmasında “ateistin de hukukunu koruyacağız” söylemine. O konuda Gezi ve ODTÜ eylemleriyle sınıfta kalındı. Sayısız genç cezaevlerine gönderilirken, aldıkları öğrenci kredileri kesilirken, destek veren sanatçılar hedef gösterilip, işsiz bırakılmaya çalışılırken, gazeteciler kovdurulurken, eyleme katıldıkları iddiasıyla soruşturma açmayan müdürler sürülmeye çalışılırken, öğretim görevlileri sindirilirken, doktorlar soruşturmayla karşı karşıya bırakılırken hak ve özgürlüklerle ilgili “benim düşüncemi savunuyorsan özgürsün, yoksa işsiz kal, okuyama, zindanlarda çürü” anlayışı hâkim olmadı mı? İnsan Hakları Mahkemesi’nde hala birçok dosyası bulunan ve sonuçlanan davalarda sürekli tazminata mahkûm edilen bir ülkeyiz…

Mezhep ve etnik köken üzerinden ayrıştırıldık.Türk ulusu kavramı ırkçılık olarak niteleniyor, yasaklarla set çekiliyor aslında bütünleştirici olan bu kavrama. Yargımız güvenirliliğini sorgulatan kararlara imza attı. Cezaevleri aydın gazeteci, yazar, bilim insanları ve subaylarımızla doldu taştı. Eğitim sistemimiz yazboz tahtasıydı, her geçen gün dinsel ağırlıklı bir sisteme doğru yuvarlanıyor. Cumhuriyetin kazanımlarından olan kız ve erkek öğrenciler arasındaki fırsat eşitliği, ayrımsız birlikte eşit birey olarak eğitim görme şansı dayatılan kesintili 4+4+4 sistemi ile yerle bir ediliyor. Bir Milli Eğitim Müdürü olan bitenden cesaret alıp, kızların okul kantinine gitmesini bile yasaklayabiliyor.

Cumhuriyetimizin 90. yılında tablo bu ne yazık ki. Bize düşen bir kenara çekilip, olan biteni izlemekten ziyade, aydınlığa, özgürlüğe, çağdaşlığa sevdalı bireyler olarak daha sıkı kenetlenmek olmalı… Cumhuriyetimize sahip çıkmalı, sahip çıkanların arkasında tek yumruk olmalıyız, sinmeden, korkmadan. Önümüzdeki seçimlerde bölünme, ayrışma lüksümüzün olmadığını bilerek, sağduyulu davranmalı, aklımızı ve vicdanımız devreye sokmalıyız. Unutulmamalı,1923 de kurulmuş olan Cumhuriyeti yaşatma sevdalılarının bir birine düşmesi ancak hainleri sevindirir.

İçinde bulunduğumuz bu günlerde sık sık yinelenen Nazım’ın; “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” sözündeki ülküyü içine sindiren, Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk ve arkadaşlarına vefa duyan, yurtsever herkesin büyük bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!

Kuruluşunun 90. Yılında Cumhuriyetimiz
Etiketlendi:         
css.php