Türkiye’nin Ortadoğu’da kuruluşundan beri izlediği denge politikası; Yeni Osmanlıcılık romantizmi ile ülkeyi şirazesi kaçmış bir aktif politikaya sürükleyen kötü bir stratejiste dışişlerimizi teslim etmemizle tarumar oldu. Ve “stratejik derinlik” icrasının balkonlardan oraya buraya selam göndermekle kalmayıp, komşunun evini kurcalamaya varmasının sonuçlarını önce Reyhanlı faciası ile yaşadık, şimdi de IŞİD’le yeni bir girdaba sürükleniverdik. Nasıl mı?:
Tuttuk, Baş Bağıranımızın, kanka gördüğü Müslüman Kardeşleri etkin kılarak bölgeye hâkim olmak adına Esad’dan Esed’e tenzili rütbe eylediğimiz Suriye Devlet Başkanı’nı devirmek için, bölgedeki silahlı grupları başta ÖSO olmak üzere destekledik. Bize tam gaz verip, son anda çark eden, perde gerisinde kalmayı tercih eden Büyük Birader açmazı da hızımızı kesmedi. Sınırlarımız radikal dinci teröristlere geçirgen hale geliverdi. Tüm bunları yaparken bölgedeki terör çemberini ve unsurlarının birbirleriyle ilişkilerini, çatışmalarını, yarattıkları kaos ortamını da iyi analiz edemedik. Ayyuka çıkmış destek aynı zamanda hedef haline de getirebiliyor sizi. Aslında bunu öngörebilmek için usta stratejist (!) olmaya gerek yok ama demek ki oynadığınız büyük (!) oyuna kendinizi kaptırınca böylesi minik (!) detaylar gözden kaçabiliyor!
Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana içine çekilmek istendiğimiz Ortadoğu sarmalından; izlediğimiz dengeli, komşuların iç çatışmalarından uzak, tarafsız bir politikayla uzak durmayı başarabilmişken şimdi dışişlerinin başındaki Osmanlıcı romantiğin hayallerini gerçekleştirme azmiyle, tam göbeğine düşmüş S.O.S veriyoruz. İslam temelli kardeşlik de mezhep güvencesine rağmen çökmüş görünüyor zira sınırlarımızda cirit atanlar tınmıyorlar artık bizi. Çünkü bizimle beraber küresel ve bölgesel güçlerin lojistik, askeri, parasal her tür desteğine mazhar oldular.
El Nusra ve IŞİD gibi vahşilikleri, gaddarlıkları öncelikle Suriye’de işledikleri cinayetlerle kendini gösteren bu örgütlere, yurt dışından da kana susamış, kendilerini cihatçı addeden akıl hastası binler Türkiye üzerinden geçip katılınca hemen yanı başımız, korku filmini aratmayacak vahşetlere sahne oldu.
Bizim ustalar Esad ha gitti ha gidecek diye beyhude bir umutla gönderdikleri cicilerle (!) dolu tırlı mırlı baskınlara, mitli, şutlu göğüs gererken, askeri kavrayışı ve disiplini olmayan toplama Irak Ordusu’nun buyur ettiği (!) IŞİD, Musul’u işgal ediverdi iyi mi? Değil tabii ki…
IŞİD, Irak ve Suriye’deki Sünni aşiretler tarafından desteklendiği için bölgedeki Sünni devletlerin olduğu kadar, Batının sabıkalı şer koalisyonunun da -özellikle Suriye’de yaptıklarına- göz yumulmasıyla bir nevi desteğini alıyor. Kafa kesen, akla hayale gelmeyecek işkence yöntemlerini uygulayan, kurşuna dizen, yakıp yıkan bu evrimini tamamlayamamış yaratıklar elde ettikleri ganimetlerle dünyanın en zengin teröristleri oluverdi.
Bu arada örgüt üzerimize de sıçradı. İstihbaratının neden önceden haber alamadığını anlayamadığımız malum rehine şoku da son zamanların manidar alışkanlığı, çıkartılan bir mahkeme kararıyla haber verilemez, yorum yapılamaz hale getirildi. Arkasından cumhurbaşkanlığı seçimine kaymak olacak bir sonuç çıkacağı spekülasyonları yapılıyor ya, hadi hayırlısı. Bir de kaçırılan 15 işçi meselesi var ki o da muamma zira hükümetin başı kesin değil diyor. Vardır bir bildiği!
Her neyse tekrar dönelim yine IŞİD’e (Irak Şam İslam Devleti). Neyin nesidir bu örgüt? Önce Kürtlere şimdi de Türkmenlere katliam uygulayan IŞİD’in adını kamuoyu Halep’teki Süleyman Şah Türbesi’ne yönelik tehditleri ile ilk kez duydu. Oysa IŞİD önceki adıyla da Irak İslam Devleti’nin başlangıcı, ABD’nin Irak işgaline karşı çıkan Ürdün asıllı Ebu Musab ez-Zerkavi’nin, El Kaide’ye bağlı silahlı gruplarla birleşip Irak’ın El Kaide’sini kurmasına dayanır. Birçok kanlı eylem gerçekleştirdiler. Zerkavi’nin Bağdat’ta bir hava saldırısında ölmesinin ardından değişen bir çok liderden sonra 2010 yılında lider olan Ebu Hamza el Muhacir Irak İslam Devleti adıyla eylemlere devam etti. Onun ve sonrasında Ebu Ömer el Bağdadi’nin ölümlerinin ardından örgütün başına şu anki lideri Ebu Bekir el Bağdadi geçti. Nusra’nın kendilerinin bir kolu olduğunu söyleyen Bağdadi, kendisinin Hz. Muhammed’in Kureyş soyundan geldiğini ileri sürerek adını el Kureyşi şeklinde değiştirdi ve örgütün adını Irak Şam İslam Devleti olarak (IŞİD) duyurdu. Katılım çağrısı yaptığı Nusra militanlarını da kapsayan bir örgüt olduğunu iddia etse de buna El Kaide lideri Eymen ez Zevahiri’den yalanlama geldi ve IŞİD’e , “Suriye’de El Nusra çarpışacak, IŞİD’in yeri Irak” mesajı gitti. Bu aşamadan sonra Bağdadi kendisine katılmayı reddeden muhaliflere karşı da kanlı eylemlere girişti.
Bölgede Nusra, ÖSO ile IŞİD arasında gerçekleşen çatışmalarda çok sayıda ölüm olunca Zevahiri sorunları aşmak için Halid Suri’yi görevlendirdi ancak IŞİD onu da öldürdü. El Nusra ile IŞİD arasındaki silahlı çatışmalar şiddetlendi. Kendilerine karşı çıkan kim olursa olsun katleden bu kanlı örgüt Türkmen köylerine, Şii köylerine saldırıyor ve peş peşe katliamlar düzenliyor. Ve Irak’taki en büyük petrol rafinerisi Beyci’de ellerine geçti. Son olarak da Bağdat’ı Ürdün’e bağlayan yol üzerindeki stratejik öneme sahip Rutba kenti de onların. Bu da demek oluyor ki Anbar eyaletinin büyük bölümü işgalleri altında ve hedefleri Bağdat! -Çocukluğumun o yeni yapılanan, ışıl ışıl masalsı kenti zaten ABD işgali ve sonrasındaki mezhep çatışmalarıyla tahrip edilmişti. Maalesef şimdi de İslam’ı şiar aldıklarını söyleyen ama Müslümanlıkla ilgileri olmayan vahşilerin elinde harabeye dönecek iyice-.
IŞİD’in bu kesintisiz ilerlemesine karşılık Bağdat ile Erbil’in işbirliği beklenirken Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani Amerikan NBC televizyonunda Nuri El Maliki’nin başbakanlıktan çekilmesi gerektiğini söyledi. Amerika’nın da istediği ve yardıma şart koştuğu bu, askerlerinin hukuken korunması anlaşmasını kabul etmeyen bir yöneten işlerine gelmiyor çünkü. Bakalım Türkmenlerin de katılımıyla Şii gönüllü milislerinin mücadelesi tek başına yeterli olabilecek mi IŞİD’i engellemeye…. Ayrıca İran’ın Maliki’ye destek iması nasıl somutlaşacak ve bölgedeki dengeleri ne yönde etkileyecek acaba? Bu da ayrı bir yazı konusu.
Bağdat’ı bir yana bırakalım oyunun bizim için çok tehlikeli bölümüne dönelim. Artık hayalci davranmak yerine akılcı stratejiler geliştirmek gerekiyor. IŞİD’in İstanbul’u alacağız iddiası medyaya yansıdı. Alamaz elbet ama geçmiş yıllardan da biliyoruz ki kanlı terörist eylemlerle pekâlâ canını yakabilir bu şehrin. Böylesi bir tehdidi hafifsememek gerekiyor. O TOMA ve gaz fişekleri ile halkın üzerine salınan polisleri gerçek terör saldırılarına karşı teyakkuza geçirmek ve önlemler almak gerekiyor. Zira karşımızdaki silahlı örgütün duru durağı, sağduyusu, izanı yok.
Türkiye’nin terörle imtihanı ABD güdümlü olmaktan çıkarılmalı. Barış, istikrar, huzur taşeron örgütlere paye vermekten daha ciddi ve akılcı yöntemlerle elde edilebilir. İstihbarat bu anlamda önemli bir organdır. Dış işlerinde acil yanlışlardan ders alınıp, geriye çark edilmeli. Ha bu arada hâlihazırda IŞİD unsurlarından bir bölümünün İstanbul’da arzı endam eylediği, yardım ve militan topladığı şeklindeki ciddi iddiaların da üzerine gidilmeli ama önce söz konusu örgüte “terörist” diyebilecek duruma geldikten sonra. Ellerinde onca insanımız varken sıkıyor tabii şu sıra böyle bir söylem.
Korumaya aldığımız bir milyona yakın Suriyeli sığınmacıya kol kanat gererken, 6-7 Haziran’dan itibaren Türkmenlerin maruz kaldığı işkence ve sıkıntılara, katliamlara gecikmeli AFAD ve Kızılay yardımını da bir kenara not etmek gerekiyor, sorgulamak için.
Koca ülkeyi böyle bir ateşin içine çekenler siyasi sorumlulukla hareket etmek zorunda. Zorlu bir süreç işliyor, iktidar gösterilerinden uzak akılcı yöntemlere ihtiyaç var. Üzülüyorum, endişeleniyorum ama şu sözü söylemekten de alıkoyamıyorum kendimi : Şeytan azapta gerek!