Bağıran ve bağırdıkça kin ve nefret tohumları saçan, miting alanlarında o garip vurgulu bağırtısıyla, ortalığa saçtığı bu tohumları besleyip, büyütüp; sevgiyi, saygıyı, kardeşliği boğan zehirli sarmaşıklar haline getiren asabi adam ve vokal grubunun, ülke tarihinin en şanslı iktidarı olduğu su götürmez bir gerçek.
Geçmişte dini inançları nedeniyle ezildiğini, yok sayıldığını, ötekileştirildiğini, baskılandığını düşünen taraftarlarının hassasiyetlerini kaşıyan, oy oranındaki artışın verdiği kibirle tüm iktidar olanaklarını kendilerine ve yandaşlarına peşkeş çektiği iddiası ayyuka çıkan, varlık sebebi kurumları kendi ikballeri için tarumar eden, toplumu kutuplaştıran, muhalifleri yok etmeye kurgulu bir intikam timi gibi hareket etmekten çekinmeyen bir iktidar hangi gelişmiş ülkede böylesine, mağduriyet masallarının yayanı ve ölümüne savunanı taraftar kitlesi ile hâlâ hükmeden olabilir? Tablo ürkütücü zira bu tarafgirlik, gezi direnişine katılanların resimlerinden oluşan bir liste yapıp, en az birini öldüreceğini söyleyen “Başbakan emretsin canlı bomba olurum” (Tweeter’da AKP savunucusu bir zat) diyebilen ya da “Zaman zaman yaşanan faili meçhuller o ülkeye huzur getirir. Bu kadar konuşan olmaz. Ortalık zevzek dolmaz.” (İHA muhabiri Bülent Velioğlu) sözlerini sarf edebilen güruhu yaratıyor. Hele iktidar partisine mensup kimilerinin verdiği demeçler durumun vahametini iyice gözler önüne seriyor: AKP Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak, bir meslek kuruluşu sözcüsünü 70 sivil toplum kuruluşu adına yaptığı bir uyarı açıklaması nedeniyle “Sizi böğürte böğürte bu ülkeden çıkaracağız, devletten temizleyeceğiz” diye tehdit edebiliyor.
Bilim adamı ünvanına sahip ama söylemleri akıllara ziyan kimilerinin, hukuksuzlukları hukuk olarak yutturma telaşındaki bazı hukukçuların Başbakan’ı savunmak için şekilden şekle girip, laf kalabalığı ile üst perdeden konuşma hallerini gördükçe, aslında yolsuzlukları, yalanı, talanı görmezden gelme sorununun sadece geçmiş iktidarlarda inançlarından ötürü mağdur oldukları iddiasında olanların, öcü olarak gösterilen muhalefetten korunma refleksi ile açıklanamayacağını fark ediyorsunuz. Cansiperane yandaşlığın altında yatan nedenlerden biri de daha önceki birçok yazımda vurguladığım üzere bu türlerin varlıklarının temel dayanağının şu anki iktidar haline gelmiş olmasıdır. Nasıl mı? İktidar yanında yer alanlara öyle olanaklar sunmaktadır ki; aidiyeti köklendiren, tüm maddi ve manevi varlığı aynı çıkmaza bağlayan böylesi bir mevcudiyet kaçınılmaz hale gelmektedir. Muhatabını körleştiren, erdemlere duyarsızlaştıran, bir çeşit onur avcılığıdır bu.
Yalanla toplum hafızasını manipüle eden, algı yanılsamaları yaratan, inanç sömürgenlerinin höykürmelerinde bolca demokrasi, özgürlük, adalet sosu kullanmaları ne hazin! Yandaş kanallar dışında televizyon izlemeyen, internet ile tanışmamış nice masum sayılabilecek seçmenlerin yanında her tür kirliliğin, yozlaşmanın farkında hatta bizzat yöneteni olanların tarihsel rolleri tıpkı Muaviye’ye suç ortaklığının tekerrür etmesi gibidir.
Şimdi deniliyor ki; “Başbakan,17 Aralık süreciyle başlayan yolsuzluk operasyonunun yansımalarından, iktidarı kaybetmekten korkuyor.” Ben bu teze inanmakta zorlanıyorum çünkü gücünü, kendisini ne yaparsa yapsın alkışlayanların varlığıyla sonsuz sandığını düşünüyorum. Paniklese bile asla inanmıyor iktidardan düşeceğine. Şu anda yapboz tahtasına dönüştürdüğü tüm devlet kurumlarının elinde olduğunu, ağzından çıkan her sözün emir telakki edileceğini biliyor, yaşıyor. O TTB’nin ilginç açıklamasındakine benzer farklı bir evrenin içinde belki de daha çok kudretinin sorgulanmasına öfkeleniyor, söylediği her söze en çok da kendisi inanıyor yoksa bu denli kolay gerçekleri saptırıp, uygulamaya soktuğu her tür dayatma ve yaptırımı hizmet diye sunmaya kalkmazdı. Korkan biri meydanlara çıkıp, kayıplarımızı “bizim ölümüz, sizin ölünüz” diye ayrıştırmaz, milyonların arkasından ağladığı, kolay kolay görülemeyecek bir cenaze töreni ile sonsuzluğa uğurlanan 15 yaşındaki bir çocuğun, devlet terörü ile öldürülmüş olduğu gerçeğini görmezden gelmez, suçluları ortaya çıkarmak yerine acılı annesini miting meydanlarında yuhalatmaz, Berkin’i terörist ilan etmeye kalkmazdı. Yaratılanı, yaratandan ötürü sevdiğini her tekrar edişinde kapkara bir yürek gözümün önüne gelen…
Korkanlar kim mi? Çevresinde ona ve ona yükledikleri ihtişamlı güce göbekten bağlı, bu güçle her tür kire pasa bulaşmış, varlıklarını iktidara ve sağladığı olanaklara ipotek etmiş olanlar. Sağa sola akla hayale sığmayacak yalan ve iftiralarla saldırmaları, tarihi gerçekleri kendi menfaatleri yönünde saptırmaları, bir nevi toplum mühendisliği yapmaları hep bu korkudan.
Cumhurbaşkanlığı salt onay makamı mıdır?
Tuhaf bir dönem yaşadığımız, iktidarın içinde hak ve özgürlükleri, hukuku tırpanlayan – internet yasası, HSYK kararnamesi gibi- her tür yasa değişikliğini tıkıştırdığı torba yasaları fazla geciktirmeden onaylayan Cumhurbaşkanı, Hükümetin tek adam emriyle son marifeti, dünyayı güldüren Twitter yasağını yine yasaklı Twitter üzerinden eleştirip, verdiği son demeçle de hukuka uygun değil diye eleştirebiliyor. Hukukun siyasetin güdümüne girmesinde Cumhurbaşkanı’nın katkısı olduğunu düşünmek yanlış mı olur? Torba Yasaların yasama sürecinin ilkelerine aykırılığını görmek için illa ki muhalefet partisi üyesi mi olmak gerekiyor? Parlamentonun yasa yapma işlevi gece yarısı torba bombardımanı ile iğdiş edilmiştir. Tek bir partinin vesayeti altında kaygı verici, keyfi yasalar çıkartılmakta ve bu yasalar devletin en üst makamında deyim yerindeyse mürekkebi kurumadan onaylanmaktadır. Bulunduğu mevkii neredeyse bir onay makamı haline getirmiş Abdullah Gül’ün şimdi gelinen durumdan şikâyetçi görünmesi bana samimi gelmemektedir.
Nedir bu savaş narası?
Dün Suriye’ye ait bir savaş uçağının hava sahamızı ihlal ettiği gerekçesiyle, Türk F-16 lar tarafından düşürüldüğünü öğrendik. Türkiye’nin angajman kurallarını aylar öncesinden açıkladığı malumumuz, bu konuda tereddüt yok ama insan merak etmeden geçemiyor, bu sınır ihlali angajman kurallarımız açıklandıktan sonra bir ilk midir? Ve neden Türkiye ile savaş konusunda ihtiyatlı davranan Suriye, uluslar arası kamuoyunda kendisini zor duruma düşürecek bir hamle yapsın? Suriye’nin sınırda konuşlanmış, bizimkilerin gizli kapaklı desteğiyle güçlenmiş, şimdi bizim için de tehlike arz eden radikal unsurlarla mücadele ettiği gerçeği de ortada dururken… Sorular beynimde ardı ardına sıralanıyor, günün moda deyimiyle manidar geliyor; seçimlere bir hafta kalmışken bu durumun yaşanması ve Başbakan’ın miting meydanından bunu duyurup, adeta savaş narası atar gibi “Bundan sonra bizim tokadımız ağır olacak” diye kükremesi. Türkiye’nin sorunlu Suriye politikasının bizim cephemizde yarattığı açmazlar ve olumsuz izleri ile halen uğraşıyorken, geleceğe dönük endişeler ve şüpheler kaplıyor zihnimi. Kendi bekası için ülkeyi cehenneme sürüklemeyi göze alabilme potansiyeli, özellikle Gezi süreci ve sonrasında yaşananlarla önümüzde dururken haksız bir endişe mi olur bağıran siyasetten cehennem çıkmazına sürüklenebileceğimizi beklemek?