Bu köşeden birkaç kez “Açılım” diye başlayıp “Barış süreci” ne evrilen, başından beri tartışmalı girişim ve uygulamalarla ilgili düşüncelerimi paylaşmıştım. Yaşamsal ilkelerinden biri “Irkçılığa hayır” olan yurtsever, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e sevdalı, demokrat olmaya çabalı biri olarak çözümsüzlüğü istemem, çözümsüzlükten keyif almam mümkün değil. Ancak önceki bazı yazılarımda da belirttiğim gibi, emperyalizmin dayattığı, temeli yıllar öncesinden atılmış bölünme üzerine kurgulu, Sevr devamı bir projeyi de bana kimse çözüm diye kabul ettiremez.

Eş başkan, rafta biraz demlenmeye bırakılmış BOP’un en can alıcı pasajlarından birini uygulamaya sokmak için Diyarbakır’da arz-ı endam etti. “Ankara, Kerkük’e karışırsa, biz de Diyarbakır’a karışırız” diyen Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Lideri Mesud Barzani’yi terör örgütüne bölgesinde yataklık etmekle suçlayıp, “Benim muhatabım değil, haddini aşıyor” diye kükreyen Başbakan, “çözüm sürecini taçlandırma” (!) adına davetiyle, Diyarbakır’ı yuva gösterdi bu terörist dostuna. Aslında bir yerel yönetim lideri olan Barzani’yle Ankara’da görüşülmesi mümkünken Diyarbakır’da ne işinin olduğu, Erdoğan’ın TRT tarafından sansürlenen seslenişinde kendini belli ediyor.

Başbakan, Diyarbakır buluşmasında ilk kez ‘Kürdistan’ ifadesini kullandı. ‘Kuzey Irak Kürdistan bölgesindeki kardeşlerimizi muhabbetle selamlıyorum’ dedi. Böylece resmi ağızdan hem Büyük Kürdistan projesi hem de bölünmüşlüğümüz bir nevi tescil edilmiş oldu. Nitekim Barzani, Erdoğan’ın yanında askeri üniformasıyla Diyarbakırlıları selamlarken, partisi KDP’nin Facebook sayfasında, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tamamı ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin tamamına yakın bir bölümünü kapsayan “Kürdistan” haritası yayınlandı.

Arkasından Pazar günü Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde düzenlenen toplu açılış törenine katılan Başbakan’ın bolca İslam vurgulu konuşmasıyla yönlendirdiği algıya bakın: “Diyarbakır ne kadar güçlü, ne kadar müreffeh, ne kadar huzurlu olursa Erbil de, Süleymaniye de, Zaho, Musul, Kerkük, Bağdat, Şam, Kamışlı da o kadar güçlü, o kadar müreffeh, o kadar huzurlu olur”. Bunun anlamı nedir: Diyarbakır’ı, o saydığı Türkiye dışı kentlerle bütünleştirip Kürdistan’ın başkenti olarak tanımak mı; yoksa etnik benzerliğini anımsatarak ağızların suyunu akıtmak mı; yahut Başbakan eline verilen metni okurken, halka “sen bilmesen, anlamasan da olur. Anlamını bilenler gereken mesajı alır” demek mi istiyor? Yazık ki, halkının anlayabileceği bir açıklık gözetilmemiş, gerçekler saklanmış, anlaması beklenen odaklara bir büyük mesaj iletilmiştir, egemenin ağzından… “Abdullah Öcalan barış ve özgürlük savaşçısıdır. Terörist değildir. Terörist olan Türkiye Devleti’dir.” demiş olan Şivan Perver’in 37 yıl sonra ülkesine dönüşünün romantizm sosuyla sunulması da ayrı bir mesele tabii…

Yandaş medyanın büyük buluşma, Türk-Kürt kardeşliğinin taçlandırılması nidalarıyla verdiği bu gösteri ile aslında, Diyarbakır’ın başkent olduğu Büyük Kürdistan’ın temelleri atılmıştır bana göre. ABD’nin düşlediği ikinci ileri karakolu, Türk Devleti eliyle Barzani’ye teslim etmenin ön aşamasıdır bu. Ortadoğu’yu etnik köken, mezhep üzerinden bölüp, parçalayan ve yönetmeye çalışan ABD’nin zaferine kaldırım taşları döşenmiştir.

Bu süreç Türk ve Kürt kardeşliğinin pekiştirilmesi değil, emperyalistlere yem edilmesi sürecidir. Birleştirici, demokratik adımlar atmak yerine, dışımızdan bir yerel yönetim liderini içimize sokup, Diyarbakır ile özdeşleştirmektir bize bunu düşündüren. Şimdi bu ülkeyi seven her yurttaş kendisini “Neye hizmet ediyorum?” diye sorgulamalı, düşünmelidir. Hesap derindedir, çıkrık zorlanıyor çıkarmak için, unutmayın destek gerek!

Cicero’nun “Yarınlar yorgun ve bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli insanlara aittir.” sözünde olduğu gibi, inançla, akılla, sağduyu ile birleşilecek günlere kavuşmak dileğimle…

Çıkrık zorlanıyor, hesap derinde…
Etiketlendi:             
css.php