Bazen güzel, doğru, anlamlı olan zalime düşerse; zulme döner yüzünü… İşte öylesi bir mutasyonla çözüldü, bozuldu yaşamsal hücrelerimiz. Artık insanca var oluşa dair kavramlar ve dinamikler anlam erozyonuna uğruyor sürekli. Çünkü kullanıcısı virüs yayıyor, kendi çıkarı için var olanları teker teker soysuzlaştırıyor.
İlk bozulmayı yaşadığımız kavramdır “demokrasi”. Yazılarımı takip edenler bilir, en çok da bu kavrama vurgu yapmışımdır, uyarılarla birlikte. Mevcut iktidar döneminde içinin ne denli boşaltılıp, kalan artıkların nerelere yontulduğunu sağır sultan duyar da bilir ama kendini, meşk ile zerkedilen zirgüle makamının uyuşturucu etkisine kaptırmış, makam müptezelleri ve ayakçıları bilmezlenir. Eee, palazlanmak için semirmesi gerekir bazı türlerin, onun için de işkembenin her daim şişmesi…
Bizler yıllarca hüzzam makamında bir tevazu ile “dur bakalım, şimdi ne olacak?” diye diye hicazda sonlandırdık fasılı. 31 Mayıs bir milat oldu saba makamına dolu dizgin geçişe ya, elin eli de armut toplamıyor, dozunu arttırmaya hazırlanıyor zirgüle saz semaisinin… Nasıl mı? Azıcık sabır, açıklayacağım.
Önce Uluslararası Af Örgütü’nün, internet sitesinden yaptığı yazılı açıklamadan bahsedeyim; Türkiye’deki yetkililer protestocuların barışçıl bir şekilde toplanma ve ifade özgürlüğü hakkını güvence altına alana kadar, bütün ülkelerin Türkiye’ye biber gazı, zırhlı araç ve diğer çevik kuvvet cephane teçhizatı sevkiyatını durdurması gerektiğini söyledi. Bu uyarının ardından, Türkiye’nin adına BM Daimi Temsilcisi Halit Çevik’in 2 Temmuz 2013’te imzaladığı BM Uluslar arası Silah Ticareti Anlaşması (ATT) hatrılatıldı ve bir an önce yürürlüğe girmesi istendi. Zira bu Antlaşmanın 5. Maddesinde uluslararası alanda kabul edilmiş kapsamlı kontrol listelerine göre tahriş edici kimyasal maddeler, cephane ve fırlatıcılar ile zırhlı araçların konvansiyonel silah olarak kabul edildiği ve 7. Maddesi uyarınca da silahların uluslararası insan hakları hukukunu ciddi şekilde ihlal edilecek bir biçimde kullanılma riskinin bulunduğu durumlarda ihracatın onaylanmaması yazılı. Anlayacağınız son üç gün protestoculara yönelik bol gazlı ve TOMA’lı şiddet içeren müdahale batılı örgütlerin dikkatinden kaçmamış. Aslında konvansiyonel silahların en başında, “emri bizzat ben verdim” diyeni saymak gerekir ya neyse…
Şimdi, gelelim yazının başlığı olan “demokratikleşme paketi”ne. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın, “Parti ve hükümet olarak yaklaşımımız, toplumsal sorunlarımızı daha fazla demokratikleşmeyle çözmek. Toplumumuzun her kesimini kuşatan düzenlemeler var. Çözüm süreci de bunun içinde. Hepsini birlikte ele alan, geniş bir paket” diye tanımladığı paket. O ağzından çıkıveren “kuşatan” sözcüğü zaten başlı başına irkiltici, dil sürçmesi dense bile bir çeşit bilinç altı çözülmesi sanki. Ben duyunca epey ürktüm, nasıl ürkmem, ne zaman demokrasi, demokratikleşme, barış vb. kavramları kullansalar başımıza yeni bir çorap örüldüğünü görüyor, yaşıyoruz. Üstelik zamanlama da düşündürücü. Kimler için tehlike arz edebileceği sürpriz de olmayacak gibi. Gezi Parkı Eylemleri, şimdi de ODTÜ eylemleri ardından hükümetin kimyasının bozulduğu aşikâr, üstelik ölen gençlerin faillerini bulma konusundaki tutum ve söylemler, halen uygulanan orantısız güç, bu iktidarın demokratikleşme konusundaki samimiyetini yeterince gözler önüne sermiyor mu? Zalimleşme paketinden bahsetseler daha inandırıcı olurdu.
Alevi-Sünni ayrımcılığını körükleyen, toplumsal bazı değerleri hiçlemeye uğraşan, ahlak bekçiliğine soyunan, özgürlükleri kendi yaşam biçimini dayatarak sınırlama çabasında olan, ölüler arasında bile ayrıştırıcı dil kullanan, dini kendi tekelinde tutan, geceyarısı operasyonları ile cezalandırma ve çıkar amaçlı bazı STK’ların dokusuyla oynayan, kucaklayan olmaktan uzak, şiddetin bizzat emredeni olduğunu ilan etmekten kaçınmayan bir iktidarın demokratikleşmeden söz etmesi yavan ve anlamsızdır bana göre. Yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları Barış Süreci’nde (!) gelinen durum PKK kadrolarının başındakilerin açıklamalarıyla zaten malumumuz. Şimdi bir gündem oyalama ve kitabını yazdıkları, şifreli “sessiz devrim”i” demokratikleşme diye yutturma zamanı…Ortada dolaşan tahminlere göre de bu paket, türban, ruhban okulları ve anadilde eğitim üzerinde dönüp dolaşıyor. Adı sessiz ama bence son derece gürültülü bir karşı devrim son yıllardaki tüm uygulamalarla kendisini belli ediyor. O nedenle de eyvah diyorum, demokratikleşme paketi de geliyor!