Bir haber çarptı gözüme az önce; Fatih Camii’nde bir grup Cuma günü Müslüman Kardeşler’e destek eylemi yapmış ve Mısır’da öldürülenler için gıyabi cenaze namazı kılmış. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’le birlikte Cuma namazını Fatih Camii’nde kılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan çıkışta protestoya denk gelmiş ve namaza arka saflarda yer tutarak katılmışlar. Doğaldır, masum ve silahsız olan insanların bile isteye öldürülmesine onay vermek, insan olanın işi değildir. Sıkıntılı olan, haberin bundan sonrası zira o protesto eyleminde kullanılan pankartlar ve dövizlerde yazanlar kafa bulandırıcı. Ne mi yazıyor? Yazalım: “Kahrolsun Sisi, Kahrolsun demokrasi, geliyor hilafetin sesi”, “Ne darbe, ne demokrasi biz ümmetten ve hilafetten yanayız”, “Demokrasi demokrasi dediniz ümmetin kanını emdiniz”, “Demokrasi eşittir küfür sistemi”. Genelde böylesi durumlar için, gençlerin kullandığı bir söz vardır:”Buyrun buradan yakın” diye. Durum bu.

Çifte ironi var bu haberde. Birincisi; darbenin mağduru Mursi’nin de sorunlu bir yönetimi olduğunu, hak ve özgürlüklere karşı sert bir tutum izlediğini öne sürenlere, iktidar ve yandaşlarının verdiği yanıt;” O demokratik yollardan, seçilerek geldi. Bu darbe demokrasiyi katleden bir darbedir.” benzeri ifadeler içeriyordu. Mursi ve yandaşlarının bile en önemli argümanı değil miydi demokratik seçimle yönetimde oldukları? Peki bu protestocuların derdi ne? Bazen niyet okumaya gerek olmadan aslında ne olduğunu, muhataplar veriyorlar bir şekilde. Demek ki neymiş, bazıları için mesele demokrasi falan değilmiş. Dertleri tıpkı anlaşıldığı gibi siyasal İslâm’ı dayatmakmış Müslüman Kardeşler’in. Baksanıza yandaşları tarafından algılanışı böyle…

İkinci ironi ise, demokrasi yoluyla seçilmiş bir Belediye Başkanı ve Başbakan’ın oğlunun böylesi pankartların ardında gıyabi cenaze namazına katılmaları. Farkında olmama olasılıkları var elbette. Ama her iki şekilde de ironi içeriyor bu durum derim ben.

Demokrasiyi sevmeyen ve içselleştirmeyenlerin ortaya koyduğu eylemler demokrasiyi kahretmekte zaten. Bir de bunu slogan olarak yazsalar ne olur, yazmasalar ne olur?

Mısır cadı kazanı gibi kaynıyor. Mursi ve Müslüman Kardeşler’in direnin çağrısının ardından, yandaşların meydanları doldurduğunu, devlet kurumlarına ait binalara hücuma geçtiğini izledik. Benim yazılarımı takip edenler bilir, darbenin ardından yazdığım bir yazıda :”Ne demişti Mursi:’Barışçıl bir direniş sergileyin!’ Aslında direnişin, içinde bulunulan şartlarda ve tabanının yapısal özelliği göz önüne alındığında barışçıl olmayacağını biliyordu. İktidarda olduğu süreç içinde kendisi gibi düşünmeyen halk kitlelerinin çağrılarına kulaklarını tıkayan Mursi’nin koltuğunu yeniden alma çaba ve çırpınışı ile halkı yine ikiye bölen, iç savaşa davetiye çıkaran bir yaklaşımının tezahürüdür son gelişme.” diye yazmıştım. Önceleri uyarılarla, halkı evlerine dönmeye davet eden Ordu, şimdi gözü dönmüş bir biçimde oturma eylemi yapanlara dahi gerçek mermilerle ateş edip, katletmekten çekinmiyor. İhvan ise durmuyor, sürekli eylem çağrısına devam ediyor. Böyle bir inatlaşmanın ne darbe yapanlara, ne de İhvan’a bir fayda getirmeyeceği ortada. Filler tepişirken çimenler ezilecek, yani masum Mısır halkı katledilecek. Bugün yine yasaklamalara rağmen meydanlar doldu, yeni ölümlerden söz ediyor haber ajansları.

Darbe yönetimi ise yeni bir uygulama başlatmış. Buna göre, hiçbir yabancı basın mensubunun, Mısır Genel İstihbarat Servisi, Ulusal Güvenlik Teşkilatı ve Askeri İstihbarat Servisi’nin onayı alınmadan akreditasyon işlemi gerçekleştirilmeyecekmiş. Basına yönelik bu olağanüstü uygulama, haberlere sansür gelebileceği sinyalini de veriyor sanki. İçinde bulunduğumuz yüzyılda, sansürün tamamen etkili olması, gelişen teknoloji ile birlikte zor görülse de dikkat çekici tedbirler bunlar.

Türkiye ise karalar bağlamış, kendi ölümlerine ağlamadığı kadar, Mısır halkına ağlıyor. Mısır büyükelçimiz çağrılıyor, Mısır da karşılığını veriyor hemen, o da çağırıyor büyük elçisini. Bir de Türkiye içişlerine karışıyor diye, yapılması planlanan bir tatbikatı iptal ettiğini duyuruyor. Sert sınırlar çiziliyor iki ülke arasında da.

Hükümet üyeleri tarafından darbe yönetimine ağır sözlerle yükleniliyor. Ama en dikkat çekeni Başbakan’ın “Yeni bir Musa gelir, firavunlardan hesap sorar” sözleri, Mısır’la ne denli özdeşleştiğini gösteriyor sanki. Bir başka açıdan da artık esip gürleyecek gücü kendinde bulamadığı sonucu da çıkarılabilir. Tevekkül tonu var bu sözlerinde. İyi mi kötü mü kestiremedim (!)

Aslında ben, Firavun benzetmesine takıldım. Mısır halkı için firavunun ne anlama geldiği hepimizin malumu da, bizler için başka başka şeyleri de çağrıştırmıyor değil. Bir de TDK sözlüğüne yazıp, sonuca baktığınızda acı bir tebessüm yerleşebiliyor yüzünüze: “Kibirli, suratsız ve kötü yürekli kimse.” Ah şu akıl oyunları, birden o Mısır için yükselen feveranın üstündeki bulut dağılıyor, elinde silahları olmayan, tek dilekleri özgür ve eşit bir yaşam isteğini haykırmak olan Ethem, Ali İsmail, Abdullah ve Mehmet’in devlet şiddetiyle ölümü ve muktedirin zehirli ve ölenleri suçlayan dili geliyor aklıma. Sonra karanfillere plastik mermi, cop, gaz bombası karşılığını veren, ardında içlerinden bir ikisinin anlattığı dramlarıyla polis geliyor, konuyor gözümün önüne. Durmuyor ki zihin, birden yine o bağıran siyasetin sesi yankılanıyor kulaklarımda: “Her şeyi devletten beklemeyin, tencere tava çalan komşularınızı ihbar edin, şikayet edin.” Ha bir de toplumsal linç için hedef gösterilen sanatçılar, kovulan gazeteciler, üniversitelerden atılan öğretim görevlileri… Okullarında sindirilen, öğretmenleri tarafından ihbar edilmesi istenen öğrenciler de karşıma dikiliyor.

Ne demişlerdi dövizlerde: “Kahrolsun demokrasi!”. Demenize gerek yok ki, demokrasi kahroluyor zaten !

Siz kahrolsun deseniz de demeseniz de, demokrasi kahroluyor zaten !
Etiketlendi:         
css.php