Koca koca adamlar, kadınlar ve küçücük yüreklerinin istilasındaydı sanki kaderimiz. Kök salmaya çalışan maskeli bir ürkekliğe tırpan oldu Gezi direnişi. “Ya benimsin ya da kara toprağın” diyen hastalıklı bir sahiplenmenin kurbanı tazecik fidanların derin acısına rağmen, uyanış panzehiri kana karıştı bir kere o tırpanla, unutmadan, unutturmadan yola devam edilecek, ta ki ayaklar altına alınmaya çalışılan insanlık onuru şahlanana dek.

Son bir yıl içinde yazdığım yazılara göz attım bugün, neden tıkandığımı, yorgun hissettiğimi anlamak için. Büyük bir bölümünde; demokrasi, hak, hukuk, eşitlik, adalet, vicdan, ilke vurgusu var, yoksun olduklarımız gözümüze ve dahi zihnimize batıyor demek ki. Her seferinde ” daha beteri olmaz” ın ötesi bir rezillik karşımıza çıkıyor ya ötesini düşünmek ürkütürken, aynı zamanda direnç geliştiriyor. Riyakâr dillerden boca edilen tescilli yalanların hükmü daha çok akıllarını güç ile bozmuşlarda geçerli oluyor. Sorun; okumayan, okuyorsa okuduğunu sorgulayamayan bir toplumun dinamiklerini, çıkar odaklı örgütleyebilen şeytani zekâda, o zekâ ki varlığını salt kendini palazlayan muktedirin dirliğine adamış. Tehlikeli olan da budur aslında, yoksa duyduklarına inanmayı seçenlerin yanılsamaları şiddet barındırmadıkça safiyanedir, baş edilebilir bir şeydir yürekle, aklın birlikteliğinde gösterilecek çabayla. Çünkü inanmak, bilmek eyleminin sonucu değilse, sömürülmeye son derece açıktır. Bilmeksizin, koşulsuz inandığınız zaman, mazeret üretirsiniz inandığınızın eksikliklerine, ancak sonsuz değildir kusurun olumlanma çabası, gün gelir, savunulamaz bir yerinde sorgu başlar, inanç da yitiverir. Hepimiz yaşamımızın bir evresinde en az bir kez bu tongaya düşmüşüzdür. Sorgulamaksızın inanmayı tercih edip, sonu hüsranla biten birliktelikler, iş ilişkileri, arkadaşlıklar, siyasi tercihler olmuştur yaşamımızda. Öyleyse ‘bilmeden inananlara’ öfkelenmek yerine, onların bilgilenmesi için çaba göstermek sonuç almayı daha mümkün kılmayacak mıdır?

Yazamadığım zamanların gündemine dair – Sürekli değişen gündem ile yarım kalan yazılarımı derlediğim- düşüncelerimi başlıklar altında paylaşmak isterim sizlerle, dilerim okuyacak sabrınız olur:

##Esnafın mağduriyeti ne zaman başladı?

Denildi ki “Taksim esnafı, Gezi eylemleri nedeniyle mağdur oldu, o nedenle palaya, sopaya sarıldı”, neresinden bakarsanız acınası bir savunmadır bu. Öncelikle esnafın mağduriyeti bu hükümetin AVM üretim merkezi gibi çalışmasıyla başladı. Göbekli sermaye patronlarına peşkeş çekilen arazilere kondurulan, ya da yıkılan binaların yerine izne bakılmaksızın inşa edilen o devasa yapıların içinde kendisine yer bulabilenler sadece zincir markalar oldu. Sermayesini zorlayanlar, fahiş fiyatlı bu dükkanlarda varlığını sürdürürken; bakkal, kasap, manav gibi küçük esnaf can çekişmeye başladı, bir çoğu kepenk kapatmak zorunda kaldı. Başbakan’ın 212 Power Outlet’in açılışında, “Bakkal dükkanı olayı bitti. Ne yapacaklar? Belki marketler, belki süpermarketler halinde bunu aşmanın gayreti içinde olacaklar” deyişi hâlâ belleklerimizde değil mi?

Gelelim Gezi eylemlerinde yaşandığı söylenen mağduriyetin sebeplerine. Bence en belirgin sebep, barışçıl eylemlere, polis şiddeti ile karşılık verilmesidir. Gerilimi tırmandıran, eylemleri tahrik unsuru yapan, polisle halkı karşı karşıya getirerek, eşi benzeri görülmemiş bir şiddetin, zulmün kapılarını açan buyurganların marifetidir söz konusu mağduriyet. Sadece esnafı değil, Taksim’de yaşayanları da kahır içine sokan bir pervasızlıktır yaşanan ki belki de böylesi bir gerginlikle hesaplanan da palalı zihniyeti ayaklandırmaktı.

##”Polise şiddet uygulayanlar”(!)

Ellerinde silah olmayanların, Polise şiddet uygulandığını iddia eden bir Başbakan bize nasip oldu.Sözlerinde öldürülen gençler için tek bir üzüntü belirtisi olmadığı gibi, gerçekleri tahrif etme yolunu seçti yine. Polise şiddet uygulanmışmış. İnsaf yahu, elinde hiç bir silah olmayan, korunmasız gençler acımasızca öldürüldü ve hala cezalandırılmadı failler.İnsanlık nereye saklanır, saltanat kayığında acep?

O muazzam çelik yelekleri, kaskları, gaz bombaları, silahları ve TOMA’larıyla polisler ne kadar masum duruyorlardı değil mi? Kötü kalpli direnişçiler (!), gaz bombası ve tazyikli su, cop vb. silahlara karşı korunmak için baret, deniz gözlüğü kullanmak suretiyle evet feci şiddet uyguladılar polisimize. Boşuna mı suç aleti sayılmaları bunca şeyin (!). Şaka bir yana, polise şiddeti uygulayan da uygulatan da bu bağıran siyasetin buyruklarıdır.

##Torbalı demokrasinin son marifeti TMMOB’u tırpanlamaktı

Hani bir şarkı vardır:”Bir gece ansızın gelebilirim” diye. Çok da severdim ama son zamanlarda bende AKP’nin gece yarısı Meclis operasyonlarını çağrıştırır oldu, soğuyuverdim. Şarkının kabahati yok elbet ama kafamız bozuk ya her bulut nem kaynağı bolca. Neyse, nedir bu TMMOB’un hak ve yetkilerini tırpanlama meselesi bir bakalım: Her şey Gezi Parkı’nın yasal olmayan düzenlemelerle imara açılacak olmasına tepki vermeleri, yasal yolları takip etmeleri ve Gezi eylemlerine destek vermeleriyle başladı. Rantsal meselelerde tek karar verici olma arzusundaki AKP’nin önünde zaten her daim bir engel teşkil eden TMMOB’un katli vacip hale geldi Gezi direnişiyle. Yine bir gece ansızın AKP’nin meşhur torba demokrasisinden (!) TMMOB’un gelirlerini ve yetkilerini sınırlayan bir yasa değişikliği çıkıverdi. Asıl büyük arzu TMMOB’in tüm yetkilerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devrederek, etkisiz elemana dönüştürmek ya, şimdilik o konu bir başka bahara daha doğrusu yeni Anayasa yapılmasına kaldı.

Nasıl bir değişiklikti bu bakalım: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8. Maddesine, (I) bendi olarak eklenen: “Harita plan, etüt ve projeler; idare ve ilgili kanunlarda açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize ve onayına tabi tutulamaz, tutulması istenemez. Vize veya onay yaptırılmaması ve benzeri nedenlerle müellifler ve bunlara ait kuruluşların büro tescilleri iptal edilemez veya yenilenmesi hiçbir şekilde geciktirilemez. Müelliflerden bu hükmü ortadan kaldıracak şekilde taahhütname talep edilemez.” Hükmüyle bakın ne oldu; Odaların vize, onay gibi yetkilerinin büyük bölümü (Böylece de gelirleri azalacak) ve dahi mesleki denetimleri, 2011 yılında kanun hükmünde kararname ile kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bünyesindeki Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü’nün kucağında artık ( bu şekliyle rantsal, pardon kentsel dönüşümler daha bir keyifli olur birileri için). Yani gözaltılarla sindirilmeye çalışılan TMMOB’a son darbe de Torba’dan çıktı. Malum Hükümet pek bir sever (!) demokrasinin olmazsa olmazı sivil toplum örgütlerini, kuruluşları, o nedenle de döver. TMMOB, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den yasa değişikliğini veto etmesini istemiş, edeceğini düşünen var mı?

##Aylin Kotil’den demokrasi için yürüyüş

Aylin Kotil’in seçim barajının kaldırılması için Ankara’ya yürüyor olmasını takdir ediyorum. Onun bu demokrasi mücadelesinde desteklenmesi gerektiği düşüncesindeyim. Onunla birlikte, bu yöntemi seçen gençlerin de olduğunu duyuyor, mutlu oluyorum. AKP’nin kurnazca öne sürdüğü barajın %7 ye çekilmesi önerisi bir tür cambazlık, tamamen kaldırılması ya da %2-3 gibi bir orana çekilmesi gerektiği kanısındayım. 8 Temmuz’da başladığı yürüyüşü 28 Temmuz’da Ankara’da bitirmeyi planlayan cesur kadın Aylin Kotil’e sevgiyle, başarı dileğimi yolluyorum.

##Devrimci Müslümanlar, Yeryüzü Sofraları ve İhsan Eliaçık

Çocukluğumda severdim Ramazan aylarını. Özellikle rahmetli anneannem ile kaldığım zamanlarda keyifli, huzur veren bir süreç olurdu benim için. Ezan’ın sesini duymayı ve topun patlamasını beklerken aldığım haz bir başkaydı. Din yardımlaşmayı, huzuru, sevgiyi, bilinmeyene duyulan saygılı bir merakı temsil ederdi benim için. Büyüdükçe Maraş Katliamı, Sivas Madımak Katliamı gibi din adına yaşatılan vahşetleri izler ve yaşarken gittikçe uzaklaşmaya başladım. Sisli, ürperten bir yanı vardı artık. Kanlı mı kansız mı tartışmalarının ardından, Hizbullah cinayetleri, derken oruç tutmayanlara yönelik şiddet haberleri, son olarak da bu iktidarın dayatan, boğan, ayrıştıran dini söylemleri ile din ile aramdaki mesafe açıldı. Ta ki İhsan Eliaçık ve Devrimci Müslümanların söylemlerini duyana kadar. Hele bir de Gezi direnişindeki vakur, hesapsız, sevecen duruşları, gönlümü fethetti desem yalan olmaz. Şimdi de Yeryüzü iftarları ile çocukluğumun Ramazan’larını yaşatıyor bana. İslam dini onların sayesinde yeniden huzur, insan sevgisi ve yardımlaşma içeren eski izlerini tazeledi içimde. Muktedirin özellikle Alevileri ötekileştiren söylemleri ile kasılmışken, ayrıştırmayan, dayatmayan, dinin doğru, ahlaklı insan olma öznesini yakalayan ve uygulayan İhsan Eliaçık ve Devrimci Müslümanlara her dinden, düşünceden, mezhepten, ırktan insanın barış içinde yaşadığı günleri görebilmek özlemiyle teşekkür etmek istedim.

##Ve son olarak da yerel seçimlerde CHP ve MHP ile ilgili ittifak önerisi

Önce sosyal medyada tartışmaya açıldı, sonra da bir gazetede sanki partiler arasında böyle bir pazarlık varmış gibi sunuldu. Sosyal Medyada bu etkinlikle ilk karşılaştığımda, 2009 yerel seçimlerinde neden büyük şehirlerde bu ittifak gerçekleşmez diye düşündüğümü hatırladım. Zira büyük şehirlerin AKP’den alınması, bu partinin ayrıştırdığı, neredeyse mahalle mahalle böldüğü halktaki gerginliği büyük ölçüde azaltacak ve ülke genelinde bir süredir görülen yılgınlığın, geleceğe dair umuda dönüşmesinin yolunu açabilecektir.

Belediyelerin AKP’den alınması, halkı ayrıştırmada kullanılan rant kapılarının birer birer kapanması, Genel Seçimler için de önemli bir şans elde etmektir. Hele ki Ankara ve İstanbul, Türkiye’nin kalbinin attığı ve AKP’nin rant kapısı, gelirlerinin büyük bir bölümünü elde ettikleri illerdir. Oralarda güçlü olmak, yağmasız bir geleceğe yatırım yapmaktır bana göre. Tabii iyi düşünülmüş, halkın çoğunluğunun hayır diyemeyeceği adayların seçilmesi koşuluyla. Değer verdiğim yazarlardan biri yazısında gülünç bulduğunu yazmış bu tür bir ittifakı ve gerçekleşmesinin de saçmalığı üzerine kendi gerekçelerini anlatmış. Haksız da değil yazdıklarının çoğunda ama “ya tutarsa”, bilemiyorum.

Sosyal Medyada paylaşılan bu önermenin altına yorum yapanlardan bir CHP’li seçmen, “MHP, Meclis’te hep AKP’nin destekçisi oldu. Onlara güvenilir mi?” demiş. Hiç kıvırmayacağım, ben de Devlet Bahçeli’nin bu yöndeki tutumunu şaşkınlık ve kızgınlıkla izledim yıllarca, oysa zihnimin kıvrımlarından MHP’nin siyasal İslamcı geçmişi ve yapısı geçiyordu bir yandan da. Her iki partiyi de aynı gövdeye bağlayan bir organdı siyasal İslâm; yine de bildiğim bir şey var ki, MHP’nin tabanında dindar, aynı zamanda laisizmi destekleyen, Atatürkçü seçmen de yer almakta. İşte, partileri değil de, seçmenleri bu tür bir işbirliğine itebilecek ve belki de başarılmasını sağlayacak bir veri bu. İttifak ancak CHP ve MHP parti örgütlerinin değil de seçmenlerinin uzlaşması ile gerçekleşebilir. Başta da dediğim gibi iki partinin de; büyük halk desteğini alabilecek ve AKP’nin ayrıştırdığı halkı bütünleştirecek adaylar çıkarması koşuluyla. Türkiye kamplara bölünmekten, ayrıştırılmaktan yoruldu. Kucaklamak istiyor birbirini ki, Gezi direnişinin en önemli çıkarımlarından biri de buydu bence.

Yazımın sonuna geldik. Sabırla bu noktaya kadar okuyanlara içten teşekkürlerimi iletiyorum. Gerçek bir demokrasinin işlediği, işletildiği günleri görebilmek dileğimle…

‘Manzara-i Umumiye’ye dair düşündüklerim
Etiketlendi:                 
css.php