Mısır’da önceki gün ordunun yönetime el koymasının ardından yazılan çizilenlere bakıyorum da genel söylem, Mısır’da ve Arap yarımadasında demokrasinin iflas ettiği hatta katledildiği üzerine.
Öncelikle bu bakış açısının, kısır ve bölgenin ne tür bir jeopolitik kaygıyla kurcalandığını göz ardı edici olduğunu düşünüyorum. Ortadoğu özellikle 19. Yüzyıl’dan bu yana, zengin petrol kaynakları ile emperyalizmin doymak bilmeyen iştahını kabartmış, silah baronlarının körüklediği bölgesel savaşlar, çatışmalarla oluşturulmuş yeni pazarlarıyla sömürgenlerin vazgeçilmezi olmuştur. Tıpkı, 1916 yılında bölge halkının Osmanlı’ya karşı kışkırtılması ve sonrasında “özgürlük” destekçiliği kisvesinde bölgeyi paylaşmaları gibi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da üç kıtayı birbirine bağlayan bu muazzam bölge, kurulmasına izin verilen askeri üsler, savaş gemileri ile emperyalizmi bağrına basmıştır. Yakın tarihimizdeki bölgesel savaşlarda bu üslerin önemi ve etkinliği net olarak görülmedi mi?

Kökeni ta Hz. Ali ile İslâm’ın dokusunu bozan Muaviye’nin savaşlarına dayanan mezhepsel bölünmegünümüzün Ortadoğu’sunda sömürgenlerin bölgeyi karıştırırken kullandıkları en elverişli araç konumunda. İslâm’ı kendi kör karanlıklarına hapsetme ve çıkarları için kullanma gafletine düşenlerin en büyük destekçisi de kuşkusuz ABD gibi emperyalist ülkeler ve onların güdümündeki silah baronları. Az gelişmiş, cehalet içindeki toplumların algısının dünyayı, bilimi, evrensel insan haklarını anlamada ne denli yetersiz kaldığını ve bu durumun öncelikle mutlak yöneten olma iddiasındaki bezirgânların ekmeğine yağ sürdüğünü görmemek için ancak gücün gölgesinde var olmayı tercih edenlerden biri olmak gerekir.

Şimdi “İyi de Mısır’daki askeri darbe ile bu anlattıklarının ne ilgisi var?” dediğinizi duyar gibiyim. Açıklayacağım merak etmeyin. Ortadoğu’da yükselen siyasal İslâm’ın, dinin dogmalarını çıkarlar doğrultusunda yeniden şekillendirip, cahil ve korkuyla sinen bir toplum yaratma girişimini en son Mısır örneği ile yaşadık. Özgürlük çağrısıyla gelip, milyonların umut oylarını alan, gelmesine neden olan kavramı (özgürlük) sadece partisinin adında bırakan, yerini sağlamlaştırmak için denetleyici tüm kurumları kendine göre biçimlendiren, orduyu isteği doğrultusunda organize eden, muhaliflerin isteklerini görmezden gelip onları küçümseyen, dini halkın yaşam biçiminde tek belirleyici olarak dayatan kararları aldıran, tabanının sonsuz gücü olduğu yanılsamasını yaşayan, çoğunlukçu bir yönetim sergileyen Mursi, bugün yerine geçtiği Mübarek’in kader arkadaşı gibi olmuştur neredeyse. O çok güvendiği ABD desteğinin bir anda yok oluverdiğini görünce ne çok şaşırmıştır kim bilir? Oysa Tahrir’de isyanlarını dile getiren milyonların isyan çığlıklarını doğru okuyabilseydi, bugün hâlâ makamında oturabilecekti. Doğru okuyan elbette ki ABD gibi ülkeler oldu, çünkü emperyalistlerin tek kaygısı kendi çıkarlarına uygun zemini yaratmaktır. Geçmişte böyleydi, bugün de böyle olacaktır.

İktidara gelince ilk işleri laisizmi lağvetmeye ve dinî yaşam tarzını dayatmaya çalışmak olan siyasal İslâm neferlerinin bir türlü anlamak istemediği gerçek şu; dünya ekonomisine entegre olmuş bir ülkede demokrasi ancak, çoğulcu ve laik bir düzenle gerçek işleyişine kavuşabilir. Demokrasiyi salt “sandık demokrasisi”ne indirgeyen siyasal İslâm, içinde bulunduğumuz çağın evrensel insan haklarını temel alan hukuk, hak ve eşitliklerin gözetildiği demokrasi anlayışından uzak her uygulama ve yaklaşımında, göz ardı ettiği bu kavramların farkında olanların mukavemetine toslayacaktır.

Sandık cumhuriyet yönetimine özgüdür. Seçimin simgesidir. Daha önceki yazılarımda da altını çizdiğim gibi Cumhuriyetle yönetilen her ülkede demokrasi olduğunu söyleyemeyiz. Demokrasi özgürlüklerin teminatı olmalıdır, protesto hakkına saygıdır, düşünce özgürlüğüdür, ceberut devlet yönetimine karşı olmaktır. Kendi çıkarlarını kollayanlar için sandık ve demokrasinin aynı cümlede kullanılabilmesi ancak bir yanılsama yaratma çabasıdır.

Bu günlerde bizim iktidarın üst üste yinelediği “sandık namustur” sözünü her duyduğumda, neyleyim ki aklıma Kenan Evren’in dayattığı 12 Eylül Anayasası’na gelen %92 lik destek geliveriyor. Ya da hâlâ o dönemin kırıntılarından biri olan %10 baraj ısrarı. Ah şu akıl oyunları; sanki kötü bir komedinin içinde figüranmışız gibi hissediyorum sonra da? Neyse konumuz bu değil elbet, halkına zulüm uygulayan, ayrıştıran, kendi inançlarını dayatan, çoğunlukçu, sandıktan çıkan sonuca sırtını dayamış Mursi ile Erdoğan’ın ne ilgisi var değil mi ya?

Mısır’a gelince, alışılagelmişin dışında bir yöntem kullanılmıştır, yönetime el konulurken. Ordu, Tahrir’deki milyonların sesine kulak vermiş, uyarı yapmış, ardından da yönetime el koymuştur. Halkın bu durumu “askeri darbe” olarak tanımlamamasının nedeni de budur. Şimdi süreç anlaşıldığı üzere bir demokrasi stili uygulanmaya çalışılarak devam edecek, yeni bir seçim yapılacaktır.

AKP’nin sözcüsünün dış mihraklar sözünün tek bir doğru yanı vardır, o da hiçbir tarihte Ordu darbesinin dış destek olmadan yapılmadığıdır. ABD ve diğer batı ülkelerinin “darbe” sözünü kullanmamasının altında yatan sebep de budur. Yalnız altını çizmek isterim; bugün Mursi’yi görevden alan Ordu, Mübarek’i yerinden ettiğinde AKP İktidarı tarafından alkışlanmıştı. Şimdi “demokrasiye darbe indirildi” diye ağlaşılmasının altında sanırım aynı siyasal akımın, aynı yanlışların birleştirdiği yol arkadaşlığı var. Zira Mübarek de her seferinde seçimle iktidara geliyordu. Ucu kendisine dokunacak öfkesiyle yapılmış Batıyı ve ABD’yi suçlayan konuşmalar yeni bir kaos yaratacaktır dış ilişkilerde. Unutulmaması gereken, küresel güçlere boş kafa tutmak yerine ulusal çıkarların nerede olduğunu bilerek, akılcı bir dış politika gözetmektir.

Her ne kadar Ordu ile yapılan her tür müdahale düşünsel yapım gereği beni irkiltip, rahatsız etse de; Mısır’da demokrasi iflas etmemiş, dejenere edilişinin yarattığı gereklilikle yeniden tesisi yolunda bir adım atılmıştır bana göre.

Bu yazıyı bitirirken Mursi taraftarlarının saldırılarına ateşle karşılık verildiği ve dört ölü olduğu bilgisini aldım. Bu sonuç Mursi’nin ne denli yanlış bir yolda olduğuna kanıt. Ne demişti:”Barışçıl bir direniş sergileyin!” Aslında direnişin içinde bulunulan şartlarda ve tabanının yapısal özelliği göz önüne alındığında barışçıl olmayacağını biliyordu. İktidarda olduğu süreç içinde kendisi gibi düşünmeyen halk kitlelerinin çağrılarına kulaklarını tıkayan Mursi’nin koltuğunu yeniden alma çaba ve çırpınışı ile halkı yine ikiye bölen, iç savaşa davetiye çıkaran bir yaklaşımının tezahürüdür son gelişme. Umarım birilerine ders olur bölgedeki yaşanan bu süreç.

Siyasal İslâm’ın can çekiştiği bölge: Ortadoğu
Etiketlendi:             
css.php