Bitmedi gitti şu “mağduruz” edebiyatı. Ali kıran baş kesen olacaksın ama hala meydanlara çıkıp, “mağdurum” diyeceksin, anlaşılır gibi değil. Halk “Yeter! Duy sesimizi. Seçimlerimize karışma, Bizi zihnindeki modele göre şekillendirme. Özgürlüklerimize müdahale etme!” diye haykırırken, üzerlerine gaz bombalarını püskürtecek, TOMA’larla nefeslerini kesecek, halkın en temel hak olan yaşam hakkını gasbedeceksin ve bunları yaparken de bıkmadan usanmadan “Bu bir iki ağaç meselesi değil, dış güçlerin bize oynadığı oyun. Başarımız korkuttu” tasavvuru ile meydanlardaki toplama kalabalıklara sesleneceksin. Gövde gösterisi ile tatmin edeceksin kendini.
Tüm bunları yaparken haklılığını kanıtlamak için gözünü kırpmadan yalana sarılacaksın. Ve o hakaretler yağdırdığın, hayali senaryolarla suçlu ilan ettiğin milyonların, susup sinmesini bekleyeceksin. Öyle olmuyor işte, tarih bilmeyenlerin yanılgısıdır bu. İşin içine şiddeti soktun mu, hakarette sınır tanımadın mı;’insanlık onuru’ ayaklanıyor. Küçücük bir tarih araştırmasıyla, istenirse sayısız örnek bulunabilir. Yol gösterir tarih, eğer cehaletin karanlığında el yordamıyla hareket etmekten vazgeçilirse.
Artık, “kedi gözleri” ile aydınlanacak yoldan(!), “nazar”a karşı duadan, zevki için ağaç kesmekten mahkemelik olan medya cambazlarından, varlığı iktidara ipotekli şakşakçı medya ve ürünü zıpçıktı bazı gazeteci bozuntularından, neması eksilecek diye korkup arkadan sufle eden provokatör danışılanlardan medet ummamak gerektiğini anlaması gerekir muktedirin. İktidar sarhoşluğundan ayılmanın en iyi yöntemi savunma aczi yerine, anlamaya çalışmak, analiz etmek, meseleye serinkanlı yaklaşıp, gereğinde geri adım atma erdemini göstermektir. Ancak ne yazık ki, tüm bunlar yalnızca demokrasisi gelişmiş, insan hak ve özgürlüklerini içselleştirebilmiş çağdaş yönetimlerde yaşanılabilen tutumlar.
Kendi bünyesindeki aykırı sesleri bile bastırma yoluna giden, totaliter, mezhepçi bir yönetime bizleri mahkum eden iktidar ve destekçileri, varlıklarını ne dayanılmaz bir ağırlığa dönüştürdüklerinin farkına varmalıdır. Devletin işleyişinde birincil öncelikteki kurum ve kuruluşları her yozlaştırma girişiminin bumerang gibi kendilerine döneceğini deneme yanılma yöntemiyle anlamaya çalışma lüksü ve zamanı yoktur bu ülkenin, hele bilişimin damgasını vurduğu 21.yüzyılda.
Hukuka saygının yerle bir edildiği, adaletin simgesi Adliye’de, hukuk insanlarının yaka paça, tartaklanarak gözaltına alınmasına; devlet şiddeti nedeniyle yaralanan gençlere, -ettikleri yeminin ruhuna uygun- gönüllü sağlık hizmeti sunan tıp insanlarının fişlenip, cezalandırılmalarına tanıklık etmenin, silahsız halka ‘düşman kuvveti’ gibi saldıran polisin, bu tavrından dolayı takdir edildiğini görmenin; provokatörlerden yakınıp, provokasyonun en şiddetlisini yapan, gerçekleri tahrif eden baştan aşağı erk zinciri ile yönetiliyor olmanın derin hüznü ve kabaran öfkesi ile başa çıkmak gittikçe zorlaşıyor, gözlerine henüz perde inmemiş halk için. Yapılan açıklamalar, şiddetle inat, anlama çabasından uzak tavır ile daha da perçinleniyor öfke.
Daha üçüncü köprünün adına duyulan tepki tazeyken, kalkıp komplo teorilerine malzeme vermek ister gibi bölen, ayrıştıran: “Reyhanlı’da 53 sünni vatandaşımız öldü” açıklaması yapmanın yangına körükle gitmekten öte anlamı nedir? O oynanılan ateşin, gün gelip kendi ellerini yakacağını görememek ciddi bir vizyon eksikliğidir ve telafisi zordur böylesi dumur halinin.
“Bizden ve bizden olmayan” şeklinde toplumu kutuplaştıran gerilim politikalarıyla sonu kaos olacak tehlikeli bir strateji uyguluyor iktidar. Oysa karşısında evrensel insan hak ve özgürlüklerinin farkında, eşit yurttaşlık isteyen, okuyan, sorgulayan, tek silahı mizah olan, sağduyulu bir gençlik var. Aşağılamak için söylenen o ‘Çapulcu’ sözünü bile mizahla markalaştıran, özü sözü bir, aydınlığı ile gözlerimizi kamaştıran, direnen bu gençlik; 10 yıl boyunca hakarete uğramış, baskı ve dayatmayla tek tipe dönüştürülmeye çalışılmaktan bunalmış milyonların sesidir.
Zulmetmek yerine, sözde değil özde ‘itidal içinde’ yaklaşmak ve sağduyu ile uzlaşı yollarını arama büyüklüğünü göstermek kendinden emin, akılcı, vizyon sahibi olan iktidarların becerebileceği bir yöntem, şimdiye dek izlenen yolu görüp de umutlanmak safdillik olur gibi düşünmekten alamıyor insan kendini.
Yazıma Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, bundan birkaç ay önce Suriye üzerine olan bir konuşmada söylediği söz ile son vereceğim, içinde bulunduğumuz bu süreçte hatırlatıcı görev yapması umuduyla. Şimdilerde bazı ülkelerin Başbakan’ın şiddet yanlısı tavrını eleştiren sözlerine cevap veren Gül’ün aylar önce Suriye için söyledikleri şöyle: “Hiçbir rejim, hele bu çağda, hele Akdeniz’in kıyısında zulümle, baskıyla varlığını sürdüremez. Halkın meşru taleplerine karşı orduyu kullanarak zulüm yapmak, sorunu ister istemez uluslararası bir hale getiriyor.”
Ne diyelim: Gençliğin yönettiği Kadırga çoktan yol aldı, dışımızdaki ülkeler için kullanılan mantığın rotasını, sevgi ve saygıyla ona çevirmek, barış ve huzur getirecektir.