Dünyadaki gelmiş geçmiş uygarlıkların hepsinin düşünce tarihi ders alınması gereken örneklerle doludur. Bugüne ait düşünme yöntemlerinin temelleri çağlar öncesine dayanan kimi zaman gizli kapaklı olmaya mecbur bırakılmış felsefi akımların; varlığı, yokluğu sorgulayarak iz sürme çabaları sayesinde atılmıştır. Yadsımak ne mümkün?
İnsan binlerce yıllık var olma serüveninde Tanrı’nın kendisine bahşettiği “düşünme yeteneğini” keşfederek, yaşamını anlamlı kılabilmiş tek canlı türüdür. Tarihsel süreci bireysellikten, toplumsallığa doğru yol alırken, ortaya çıkan kimlik arayışı kendini ifade etme isteğini beraberinde getirmiş, yazının icadıyla da düşündüklerini yazmaya ve paylaşmaya başlamıştır insan. Sözlerin uçup gittiği bir düzlemde, yazı insanlık tarihinin en müthiş buluşudur diyebiliriz.
Ne yazık ki ilkel toplumlardan, bugünün modern, uygar dünyasına geçişin arasındaki zamanı yönlendiren, insan denen akıllı canlının erk cambazlığını keşfidir. Hükmetmenin dayanılmaz cazibesine kapılan egosantrik kişilikli liderlerin gerdiği çarmıhlarda, binlerce halk, özgürlüklerinin son nefesini verinceye kadar asılı kalmışlardır. Gücünü egemen olmakla sabitleyen yönetim sistemlerinin uygulandığı toplumlarda, yazıyla ifade sakıncalı bir eylemdir. Okumak bilgiyi, bilgi sorgulamayı, sorgulamak farkına varmayı getirir çünkü. O nedenledir ki tarihte pek çok kitap yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, sayısız imha gerçekleşmiştir.
Korku, kimi zaman insanların eylemlerini değiştirebilme kudretine sahip bir duygudur. “Kalemini satmak” deyimi de mücadele ederek ecelini beklemektense varlığını güce vakfetmeyi tercih edenlerle literatüre girmiş bir deyim olsa gerek. Ne mutlu ki kimilerinin, savundukları düşüncelere inançları, hak ve özgürlüklerine dair farkındalıkları ve dik duruşları sayesinde insan hakları geniş kapsamlı belirmektedir zihinlerde. Bu kıvama gelmiş, öğrenmiş, eğitimli, “düşünebilen”, gücünü “vicdanının sesinden” alan bireylerin, geçmişin karanlık dehlizlerine kapılma, baskıyı onaylama safdilliğine düşmeleri mümkün değildir.
2. Dünya Savaşı’ndan sonraki soğuk savaş döneminin, iktidarını, fikirlere ipotek koyarak, bilgi akışını engelleyerek sürdüren faşist yönetimlerini geride bıraktığımız, bazı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kalıntılarının da lağvedilmeye başlandığı bu süreçte, düşünmek, düşündüğünü yazmak ve söylemek eylemlerinin suç olduğunu iddia etmek cehalet ve bağnazlık göstergesidir.
Gençliğimde okuduğum ve ütopik bulduğum George Orwell’ın 1984 adlı kitabının 21. Yüzyılın Türkiye’sinde, devasa teknolojik olanakları içeren yeni versiyonunu yazmanın mümkün olmayacağını düşünmek istiyorum. Yazılmamış bir kitabın imhasının konuşulduğu bu karabasandan uyandırılmayı diliyorum. Akıl tutulmasından uzak, düşünmenin, üretmenin, okumanın, bilgilenip, sentez yapabilmenin keyfini duyumsamak insanca bir hak değil midir?
Geçmişimizin karanlık yüzüyle hesaplaştığımızı, bilgi akışının sınırsızlığında daha ileriye, daha demokratik bir sürece yelken açtığımızı düşlerken, dış dünyaya; komplo teorilerinin ortalara saçıldığı, hukukun adil uygulanıyor oluşuna inancın zedelendiği, düşüncenin yasaklandığı, sağduyudan uzak bir toplum görüntüsü vermekten en kısa zamanda kurtulabilmeyi diliyorum.