Beşerî ilişkilerde beni en çok ürküten ikna yeteneği tartışılmaz yalan ustaları ile karşılaşma olasılığıdır. Onlar ki sahte mağduriyetlerine süslü sözlerle destek arar ve ne yazık ki benzerlerinin şakşakçılığı eşliğinde başarılı da olurlar. Öyle bir düzen ki yürürlükte olan, ilkeliyseniz, insani duyarlılıklarınız varsa bu türlerle mücadelede zayıf kalırsınız. Her şeyi onlar bilirler, kendilerini tarihi yeniden yazacak denli kudretli görürken nasıl olur da mağdur edebiyatını yuttururlar millete takdire şayan doğrusu. DNA’larına işlemiş közü tükenmez bir kinle beslenirler. Sulh uzaktır ruhlarından, zebanileri kıskandıracak denli severler ateşi. Ne hikmettir ki dillerine pelesenktir yine de sulh. Ağlamayı, inanmaya hazır yüreklere dokunmayı iyi bilirler.
Ürkünç olan nedir biliyor musunuz? Vaazlarından (!) eksik etmedikleri merhamet ve vicdan gibi vurgular, yaşamlarında kendilerinden olmayanlar için hiçlenir.
Güç ne menem bir şeydir ki akıllardan izanı alır götürür, sevgisizlik tohumları büyütür, söylenen yalanları dahi unutturur?
****
-Biraz da hafızamızı tazeliyelim zira balık hafızalı toplum yakıştırması yapıştı üzerimize… İşte son bir kaç haftanın ülke gündeminden enstantaneler:
Van’da 7.2 şiddetinde deprem oluyor, ortalık toz duman, başbakan çıkıp “çadır sorunumuz yok”, Kızılay başkanı “çadır eksiğimiz var” diyor.
Deprem sonrası Çevre ve Şehircilik Bakanı “yıkılmayan evlerinize girebilirsiniz” açıklaması yapıyor, bir de bakıyoruz ki ikinci bir 5,2 lik depremle ayakta kalan bir çok bina tuzla buz oluyor. Bilanço; içlerinde gazeteci ve yardım gönüllülerinin de olduğu onlarca ölü… Hele bir kayıp var ki, 7,2 lik deprem sonrası oturulabilir olduğu söylenen şu meşhur Bayram Oteli enkazından çıkarılan, utancımız katlanarak artıyor. O kişi depremzedelere yardıma gelmiş, ülkesindeki 8 şiddetindeki depremde sağ kalmış, Van’da 5.2 lik depremde ölen Japon yardım kuruluşu AAR’de görevli doktor Atsushi Miyakazi… Japonlara bu durumu nasıl açıkladılar acaba?
Gelişmiş herhangi bir ülkede benzer bir durum olsa (olmaz ya) sorumlular derhal istifa ederdi öyle değil mi? Ama bizde kimse sorumluluğu üzerine almadığı gibi, sorumluluk duyması gerekenler üste çıkıyor yalanlamalarıyla.
– Cumhuriyet Bayramı kutlamaları, deprem nedeniyle tüm yurtta iptal edildi. Anladık ki devletimizin zirvesindekiler milli beraberliğimizi pekiştiren bu en büyük bayramın kutlamalarını eğlence addediyor. Bir kaç ildeki duyarlı halk dışında kimsenin itiraz sesi gür çıkmadı.
-Silahlı örgüt kurmak veya üyesi olmakla suçlanan, kimi yıllardır, kimi aylardır tutuklu gazetecilerin iddianameleri medyaya düştü, baktık iddiaların arasında silahın zerresi yok. Varsa yoksa yazılar, kitaplar… Ve bu sayede idrak ettik(!); bu ülkede hedef gösterdikleri isimlerin katledilmesini umursamayan gazeteler, dekolte giyen kadının tecavüzünü olağan gören akademisyenler, halkın vicdanını sömürüp, para yardımı toplayıp, toplanan yardımları zimmetine geçiren şahıs ve kurumlar vb.el üstünde tutmalı, Erke yalakalığa hürmet etmeli. Amma öyle olanı biteni eleştirip, hukuk ihlallerinin, faili meçhullerin üzerine gitmek gibi yanlış (!) işlerle uğraşanları ise gözden düşürüp, terörist ilan etmeliyiz(!).
-Ha bu arada artık internetimiz de devletin koruyucu ellerinde. İstediği siteyi kapatma yetkisine sahip cici (!) bir kurulumuz var bizim.
-Bir başka mesele de Suriye hamiliğimiz. Şu Esad da ne sözden anlamaz bir adam. Ona salladığımız parmağı hiçe sayıp bildiğini okuyor. Olmaz ki! İyiliğini isteyen başbakanımıza kızan Suriyeliler de hacdan dönen otobüsümüzdeki yurttaşlarımıza saldırıyor. (Tanrı aşkına biri bana neden Suriye’nin iç meselelerine neden bu denli müdahil olduğumuzu anlatsın! Benim aklıma gelenler canımı sıkıyor da…)
-Bir Dersim meselesidir gidiyor. Gündemde bunca sorun varken tarihi gıdıklamak kime ne fayda getirecek? Sabiha Gökçen Havaalanı’nın adını değiştirmeliymişiz. Bundan sonraki adım da “Atatürk” ün adını her yere vermeye ne gerek var! “ olur herhalde, kabine üyelerinin analarının, babalarının adları dururken (!)Asıl niyetin Atatürk’ü yargılamak olduğunu anlayamıyor muyuz? Son yılların modası Ata’ya saldırmak. El alem öve öve bitiremez, takdir ederken, biz yerin dibine sokmaya çalışıyoruz. Öylesine vefasız, değer bilmez bir ülke olduk ne yazık ki!
Gözden geçirilecek çok şey var daha ama ben son olarak 23 Kasım’da TBMM İçişleri Komisyonu’na getirilecek bir AKP tasarısıyla bitirmek istiyorum yazımı. Söz konusu yasa tasarısı “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında” adı anlamlı ancak içeriği düşündürücü zira bu tasarı yasalaşırsa devlet “suçu” işlediğini “düşündüğü” vatandaşın mal varlığına yargı süreci başlamadan el koyabilecek. Haklarında daha soruşturma başlamadan istihbarattan ve polisten alınan verilerle, terörü finanse ettiğinden “şüphelenilen” kişilere 7,5 yıldan, 15 yıla kadar hapis verilebilmesine olanak sağlanacak. İyi hoş da varsayımların nasıl tehlikeli yasa ihlallerine neden olabildiğini yaşamadık mı 2007 den bu yana. Umarım muhalif sesleri susturmak için yeni bir tehdit oluşturmaz bu tasarı. Aksi halde yeni bir “Silivri” ye daha ihtiyacımız olacak…
Ah bu cumhuriyet ne büyük mücadeleler, ne yoksunluklarla kuruldu. Nasıl bir yeniden şahlanıştı o yıllar. Tüm dünyaya başkaldıran, onurlu bir ülke olmamızı sağlayan Atatürk’ün sayesinde nasıl da ilmik ilmik dokundu devrimler. Şimdi yukarıda yazdıklarıma bakıyor ve soruyorum: “Direnir mi mendirek?”