Uzun zamandır dargınım yazmaya, beynimin içinde dans eden sözcüklerle yazı dili arasında sancılı bir alış veriş gayreti, arada kara kedi kendime güvensizliğim… Yanlış anlaşılmasın güvensizliğimin köklerinde başaramama korkusu yok, aksine öfke, isyan gibi insani zaaflarımı dizginleyemeyeceğimi düşünerek ürküyorum. Örneğin hiç bilmediğim küfürlerle dolu sanrılı bir başkaldırı yükseliyor ruhumda uzun süredir. Can acıtanların canı acısın istiyorum, ilkel çağların günümüzde gizil varlığını sürdüren “kısasa kısas” yargı sistemine atıf bir kinle. Oysa kişisel gelişimimde önemli bir yol katetmiş sanıyordum kendimi.

Çocukluğumdan bu yana sürekli sorgulamaya kurgulu beynim, yanıt bulmakta zorlandığım hastalıklı gerçeklikler karşısında yorgun düştü. Şu sıralar ‘insan’ olmak üzerine düşünüyorum, gücün akılalmaz baskıcı telkiniyle, uygarlığın; silah gölgesinde bir hükmediş şeklinde dayatıldığı bu dönemde her iki ayaklı, düşünüp, konuşabilen yaratığa ‘insan’ denilmesine içerliyor, ben ve benim gibi tüm bu gerçekliklerle doku uyuşmazlığı yaşayan bir çoklarının yeni bir adı olmasını istiyorum.

Sırf kendisine muhalif diye eline silah almamış, kimseye kötülüğü dokunmamışların elinden özgürlüklerini alıp, çoluğundan çocuğundan mahrum ettiren, zindanlara attıran dünya üzerindeki diktatörlerle, eline güç geçince mazlumdan zalime dönüşenlerle, on üç yaşındaki bir kız çocuğundan, onun masumiyetinden yararlanan sapkın kelli felli koca koca adamlarla, o adamların işlediği iğrenç suçu, kız çocuğunun rızası olduğu şeklindeki izanı olmayan, vicdan yoksunu bir yargıyla hafifletmeye çalışanlarla, ilişkisinde karşısındakine değer vermeyen, şiddet uygulayan, bu nedenle de terk edilen ve egosu incindiği için öldürenlerle… aynı adın altında tanımlanmayı reddediyorum. Biliyorum naif bir anlatım oldu böylesi ama içimde büyüyen öfkeyle bilimsel yazamıyorum. Öyle çok istiyorum ki öfke, kızgınlık gibi duyguları benliğimden uzaklaştırmayı…

Ve ölüm, ne çok kol geziyor etrafımızda. Son yıllarda özellikle kanserden genç yaşta kaybettiğim nice dost, güzel insanı düşündükçe isyanım artıyor. Haykırmak istiyorum “bırakın silahlarla tehlikeli oyunlar oynamayı, dünyayı şu kanser illetinden kurtarmak için kullanın aklınızı” diye… Yaklaşan ölüm yıl dönümleriyle ruhumu hazan bürüyor. İnceliklerle örülü, zarafetin hüküm sürdüğü, duyarlı, sevgi dolu, zamansız ölümlerin olmadığı bir dünyaya özlem duyuyorum. Bugün yanıbaşınızda olmasına alıştığınız, alıştığınız için de güzel sözleri, sıcak sarılmaları esirgediğiniz sevdiklerinize sarılın ne olur! Onları sevginizden, duygularınızı dile getiren güzel sözlerden mahrum bırakmayın. Keşkeleriniz olmasın, yaşarken değerini bilin sevenlerinizin, sevdiklerinizin. Öldükten sonra yakılan ağıtların, sevgi sözlerinin gidene de kalana da faydası olmuyor ne yazık ki! Bu günlerde bir cep telefonu servis sağlayıcısının reklamını izliyorum bıkmadan, izlediğim en güzel, en dokunaklı, insancıl reklam… “Hayat paylaşınca güzel!..” diyor. Bence de…

İşte öyle bir şey…
css.php