Kadına yönelik şiddeti ele alan bir yazıyı hazırlamışken, tv ekranındaki alt yazı ile sarsıldı tüm benliğim. Yine hain bir saldırı ve yitirdiğimiz bu kez 24 can. Daha dün Bitlis-Güroymak’ta iğrenç bir pusu sonucu ölen 5 i polis 9 insanımıza ağlarken, bugün yeni bir faciaya uyandık. 24 Mayıs 1993 tarihindeki dağıtıma giden 33 sivil kıyafetli askerimizin PKK’lı teröristlerce şehit edilmesinden bu yana ikinci en ağır kaybı verdiğimiz bir saldırı ile karşı karşıyayız.

Kabul edilmesi güç ayrıntıları var bu eylemin: Yüzlerce ağır silahlarla donanmış terörist 8 ayrı noktadan ateş açıyor Hakkari’nin Çukurca ilçesi Kekliktepe bölgesinde bulunan askeri birliğe. Eş zamanlı Çukurca ilçe merkezindeki güvenlik birimlerine de saldırıyor. Sabaha kadar süren çatışmaların sonucu 24 şehit 18 yaralı. Böylesine geniş çaplı bir eylemin geliyor oluşunun fark edilememesi istihbarat zaafiyetimizi göster miyor mu?Her birliğimizin İleri gözetlemeleri, termal takip cihazları yok mu? Vatandaşlarının iletişim hakkını gasp eden devlet nasıl oluyor da terör örgütünün iletişimini kontrol etmekten aciz kalıyor?

Açıkça bir savaş ilanı olan bu saldırının, teröriste özgü vur-kaç yönteminden çok öte askeri bir operasyonun planlamasına benzer bir planlama ile yapılmış olması da düşündürücüdür.Terör örgütü, askeri danışmanların eğitiminden geçmiş, stratejik savaş yöntemlerini kullanıyor izlenimi veriyor ve bu durum da akıllara hemen meselenin uluslararası siyasi boyutunu getiriyor. Türkiye’nin bölgesel güç olma çaba ve iddiasının bazı ülkeleri rahatsız ettiği gerçeğinden yola çıkarak PKK’nın taşeron bir terör örgütü olduğu sonucunu çıkarmak zor değil. Çözüm arayışımızda, içinde yer aldığımız bölgenin yeniden şekillenme sürecini doğru analiz etmek ve dış politikamızı gözden geçirmek gerekir diye düşünmekteyim.

Çığırtkan gölgelerin her fırsatta dile getirdiği “PKK aslında kürt halkının sorunlarını siyasi zeminde çözümlemekten yana. Bunun için fırsat verilirse silah bırakacak.” masalına inanmak budalalığına düşecek kimse kalmadı bu memlekette. Son bir kaç eyleme ve zamanlamalarına bakıldığında PKK’nın kürt sorununu çözmek gibi bir derdi olmadığı açıkça görülüyor. Bir de şu meşhur KCK meselesi var. Tutuklamalarla gündeme gelen KCK, (Kürdistan Halklar Topluluğu), yazılı sözleşme metini ile PKK’nın şehir yapılanmasından öte yasama, yürütme yargı organlarının tanımlandığı, disiplin kurullarının işlediği, bırakın yargı biçimlendirmesini, temyiz mahkemelerini dahi unutmamış küçük çapta anayasa görünümünde PKK’nın siyasal yapılanması ve gelecekteki dönüşümünün taslağı, Öcalan’ın Türkiye, Irak, İran ve Suriye kürtlerinin bir arada yaşayacağı Büyük Kürdistan hayalininin 14 bölüm 46 maddeden oluşan metnidir. PKK’nın üstünde bir yapı olan KCK’nın ekonomi sistemi hazırlayıp, vergilendirme de yaptığını biliyor muydunuz?

KCK operasyonlarıyla tutuklananlar arasında “barış” sözcüğünü dillerine pelesenk etmiş BDP’li belediye başkanlarının ve üyelerinin olması da şaşrtıcı gelmemekte zira BDP’nin TBMM çatısında örgütün ideolojisinin sözcüsü olduğunu ilköğretim öğrencileri bile bilmektedir. Onların meclisteki varlığının kürt sorununun çözümüne katkısı olabileceğine inancımız kalmadı ne yazık ki. Teröriste arka çıkanlar çözümün bir parçası olamaz.

Gelelim uluslararası arenada hangi ülkelerin PKK’nın güçlenmesinden ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesinden fayda elde etmeyi amaçlayacaklarına. Genel kanı Arap baharından kim medet umduysa, Ortadoğunun yeniden şekillenmesinden kimin çıkarı varsa onların parmağı olduğu şeklinde. Yine de sınır komşularımızın da bugünkü gelinen durumda katkısını göz ardı etmemek gerek. Ağır silahların teröristin eline hangi ülkeye mensup silah baronlarınca verildiği araştırılmalı önce. Çok boyutlu olduğunu düşündüğüm bu sorgulamada aynı zamanda PKK’nın; ABD’nin bölgede Türkiye’ye biçtiği rolde bir fren mekanizması olduğunu düşünüyorum.

Filistin’li rehineleri Türkiye’ye getirmek gibi ezilen arap uluslarına hamilik yapmayı hedefleyen hükümetimiz anlamalı ki ülkemizin önceliği terör sorunudur. – Onca ordu mensubunun (özellikle de terör uzmanı nicelerinin) tutuklu olduğu bu dönemde moralsiz bir ordu ile terör mücadelesi nin dezavantajları da ayrı bir mesele- .
Muhalefetin önerilerine kulak tıkamadan, kolektif bir çözüm arayışına girilmesi en doğru yoldur. Kılıçdaroğlu’nun TBMM çatısı altında bir komisyon kurma önerisi yabana atılacak bir öneri değildir kanımca. Ancak sadece vekillerden oluşmamalı böylesi bir komisyon. Askeri ve strateji uzmanlarını da içine almalı.- BDP’nin içinde yer alacağı bir komisyonun gizliliği nasıl sağlanacaktır tahmini zor-.

Bahçeli’nin OHAL önerisi de bürokrasinin ağırlığından muaf tutulacak bir bölgesel yönetimin mücadelede hızlılık sağlayabilmesi açısından düşünülebilir. Ancak bölge halkını sindirmeden, örgüt savunucularının eline “devlet zulmü” argumanını vermeyecek bir yapılanma olmalı. Ve en önemli operasyonlar da sınır ötesine yapılacak olanlardır, ağırlığımız bu konuda daim olmalıdır. “Kendi halkına silah doğrultan ordu” izlenimi yaratmayacak önemli bir mücadele yöntemidir sınır ötesi operasyonları.

Türkiye sağduyusunu yitirmeden ulusal birlik ve beraberlikle karar mekanizmasını işletmeli. Bu sorun siyaset üzeri bir yaklaşımla irdelenip çözüm aranmalı. Gün akılcı davranma günü. Unutmamalı ki savaşılan Kürt vatandaşlarımız değil, PKK adlı terör örgütüdür. Evet acımız çok büyük fakat halkımızın öfkeyle yapacağı en ufak bir taşkınlık çözüme de zarar verecektir.

Yitirdiğimiz 24 canımızın ardından…
Etiketlendi:                 
css.php