3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’ne ve özgürlüklerle ilgili içinde bulunduğumuz hazin tabloya dair bir yazı kaleme almaya hazırlanırken, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu’nca (BTK) hazırlanan “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” gündeme bomba gibi düşüverdi. Tam da tartışmaya açık “yasaklı kelimeler” uygulamasını hazmetme konusunda zorluk çekerken, anladık ki sadece bir spazmmış o, esas ölümcül kriz kapıda sırasını beklemekteymiş meğer.

22 Ağustos 2011 de yürürlüğe gireceği söylenen nur topu gibi dördüz filtremiz oldu: Aile, çocuk, yurtiçi, standart paket. Bu uygulamayla internet servis sağlayıcıları bu filtreleri sağlamak, kullanıcılar da birini seçmek zorunda kalacak. Öyle YouTube gibi sitelere DNS ile girmek de hayal artık. Filtreyi delmek veya delmeye çalışmak, öncelik bu tür eylemleri engelleme zorunluluğu olan servis sağlayıcıları için olmak üzere suç sayılacak, yüklü para cezaları verilecek. Üstelik tüm bu filtrelerin içeriği, yasak alanının belirlenmesi, neyin cici, neyin cızz olacağının kararı da BTK’ya bırakılmış durumda. Yani devlet elimizden tutup “Bak vatandaş, bu siteler sana yaramaz, seni kötü etkiler, maazallah aklını başından alır” ya da “Bak ne cici site, buralarda dolaş dur, üstün başın kirlenmez” diyecek. Anne ve babalarımızın gözünde bir türlü büyümeyiz ya, öğrendik; devlet de bizim büyüdüğümüze inanmıyor, hadi onu geçtik, aklımızdan, irademizden de şüpheli, bizi bizden de korumaya hazırlanıyor.

Peki bu kurul neye göre belirleyecek filtreleri? Başımızda bir muhafazakar yaşam şekli dayatması belası halihazırda var, toplumun bir çok kesiminden gelen itirazlarla şimdilik mehter yürüyüşü kıvamında iki ileri bir geri devam eden… Dolayısıyla her korumaya dönük devlet girişiminin altında gizli bir kod, şifre arar olduk ki, sağ olsun bizi yönetenler bu konuda birçok kez bizi yanıltmayacak icraatlara imza attılar. Hal böyleyken nasıl olur da devletin güvenli (!) kollarına iç huzuruyla bırakabiliriz kendimizi?

Bildiğim kadarıyla filtreleyen programlar işletim sistemleri, internet servis sağlayıcıları ya da internetten indirmek suretiyle zaten kullanıcının isteğine bağlı olarak kurulup, kullanılabiliyor. Öyleyse nedir bu “Sizi ancak ben korurum!” iddiası, şaka gibi, hiçbir mantık dizgesine oturtulamıyor. Okuduğum haberler bu tür uygulamaların Çin, Küba, İran gibi dışa kapalı sistemlerle yönetilen ülkelerde olduğunu anlatıyor. Bize ileri demokrasiye (!) geçişimiz müjdelenmişti ya biri lütfen anlatsın bana nasıl bir bağıntı kurabilirim bu uygulamayla söz konusu söylem arasında. “Bırakın da ben belirleyebileyim internette kendimin, ailemin güvenlik sınırlarını” demek istiyorum. Beni, aklımı, sağduyumu, seçebilme özgürlüğümü kontrol altına almaya çalışan bu uygulamayı reddediyor mantığım.

IPS İletişim Vakfı-Bianet söz konusu usul ve esaslarla ilgili “yürütmenin durdurulması” talebiyle Danıştay’a dava açmış. Dilerim bu dava internet kullanıcılarına emsal oluşturur. Yavaş yavaş ısıtılan suda tepkisi yok edilmiş kurbağa gibi sessizce ölümümüzü beklemeyip, sesimizi duyurmaya çalışmak için meşru yol arayışlarına girmek gerektiğini düşünüyorum. Özdenetimimize, özgürlüğümüze vurulmak istenen prangaya “Hayır!” diyorum.

Kıssadan hisse Benjamin Franklin’den:
“Güvenlik için özgürlüklerinden vazgeçenler, her ikisine de layık değildir. “

Prangalı özgürlük!
Etiketlendi:     
css.php