Japonya’daki deprem ve ardından gelen tsunami sonrasında, Fukuşima nükleer santralindeki sızıntı, gündeme çığ gibi düşen, nükleer santraller tehlikeli mi, ne oranda tehlikeli soruları ile akılları karıştırdı. Açıkçası söz konusu tehlike Japonya gibi bir teknoloji devinin sınırları içinde olunca, ben de çevreci eylemlerin içinde olmuş biri olarak tepki duydum.
En çevreci enerji üretiminin nükleer santrallerde gerçekleştiğini söyleyen uzmanlara rağmen, çevreci grupların “Hayır” kampanyaları arasında sıkışıp kaldığımı söyleyebilirim. Kimi uzmanlar Japonya’daki Fukişima santralinin kullanım süresi geçmiş bir santral olduğu halde üretime devam ettiğini,” yeni nesil nükleer santrallarde toryum kullanıldığını ve bunların uranyum kullanılan santrallerden çok daha az riskli” olduğunu söylüyorlar. Esas üzerinde durulması gereken, miadı çoktan dolmuş olanların kapatılması için uluslar arası baskı gruplarının oluşturulması gerekliliği . Komşu Ermenistan’da, süresi çoktan dolmuş, riskli iki adet santrali örnek gösterebiliriz. Kısacası risk mevcut ancak teknolojinin sunduğu tüm olanakların içerdiği kadar…
Araştırınca, dünya üzerinde 30 ülkede toplam 438 nükleer santral olduğunu öğrendim. Üstelik bu santrallerin azımsanamayacak denli büyük oranda sanayisi gelişmiş ülkelerde konuşlandırılmış olması düşündürücüydü. Edindiğim bilgiler ışığında nükleer santrallere karşı çıkmak, gelişmekte olan ülkemizin, ulusal çıkarlarına ters düşmek değil midir diye sorguluyorum kendimi. Kendi kaynaklarımızla enerji üretmek bizim de hakkımız olmalı. Tek çekincem yerleştirilecekleri yerlerin, doğru bir stratejiyle, çevre koşulları gözetilerek belirlenmesi gerekliliğine uyulup uyulmayacağı.