Çocukluğum fikri tartışmaların, tarihle siyasetin karşılaştırmalı analizlerinin yapıldığı aile toplantılarına tanık olup, sürekli merak etmekle geçti. Özellikle aklıma takılan bir söz vardı “Tarih tekerrürden ibarettir”. Çocuk aklımla yerkürenin üzerinde pek çok uygarlık yıkılıp, yerlerine yenileri gelmişken, yönetim şekillerini değiştirip, bambaşka siyaset sistemlerini yürürlüğe sokmuş onca ülke varken tarihin tekerrür edeceğinin nasıl olup da varsayıldığını anlamakta güçlük çekerdim. Değişim gelişimle olmuyor muydu? Üstelik yüzyıllar boyunca toplumlara yön vermiş akil adamların önderliğine rağmen . Tarihin derinliklerine dalıp, bir çok ahlaki öğretiye inat, insanın nasıl da egosu ile beslenen bir yaratığa dönüşebildiğinin ayırdına varınca, bir de yaşayıp deneyimledikten, yani bir anlamda büyüdükten sonra anlamaya başladım söz konusu tekerrürün ne menem bir şey olduğunu.

İçinde bulunduğumuz bu tarihi dönemi analiz etmeye çalışırken, tarihten kimi olay ve insanlar geçit resmi yapıyorlar gözlerimin önünde. Son günlerde en çok da nedense (!) Tevfik Fikret’i anar oldum. Belleğim şiirlerini kazıyıp çıkarmaya uğraşıyor, bilinçaltımın derinliklerinden. O uzun Sis adlı şiirinde sultana ve istibdat dönemine başkaldırıyı çok net görebilir okuyan. Beklediği, özlediği 2. Meşrutiyet gerçekleştiğinde İttihat ve Terakki’nin ateşli savunucularından olan Tevfik Fikret, söz verildiği halde reformların özellikle de toprak reformunun yapılmadığını , halkın durumunda herhangi bir değişiklik olmadığını görünce hayal kırıklığına uğramış ve yine muhalif çizgisine çekilmişti.

Esarete, küçük bir zümrenin geniş halk kitlelerini sömürme çabasına, memleketin aydınlanması ve gelişmesine cehaleti kullanarak, dini alet eden nutuklarla engel olan gericilere karşı çıkan bu büyük şair, birbirlerinden taban tabana zıt fikirleri savunan odakların hedef tahtasına konmuştur. Kamplaşmalardan uzak duran, bir fikre körü körüne bağlı kalmayan, kimseye yaranma derdine düşmeyen, insani değerleri savunmaktan, halkın hak ettiği refah düzeyinde, insanca yaşaması gerektiğini her fırsatta dile getirmekten gayri hiçbir hesabı bulunmayan bir şair/yazar linç girişimiyle karşı karşıya kalmıştır. Size tanıdık gelmiyor mu bu durum?

Oysa savundukları, bugün de dünyada ideal olarak sunulan ancak yönetenlerin ağzında söz iken, eylemlerinde zaman zaman “yok” olan, insani zaafların insafına terk edilmiş talep ve düşüncelerdi. Hak ve eşitlikler, özgürlükler konusunda küresel bir manifestodan söz edilebilirken, uygulamalarda kimi ülkelerin neden sınıfta kaldığını çözümlemek için yüz yıl öncesinden verdiğim bu örnek, ipucu değil mi sizce de?

Eflatun’un Devlet adlı kitabında; Sokrat’ın , öğrencileri ile “doğru” nun ne olduğunu tartıştığı bir bölümü hatırlıyorum. Öğrencilerden biri “Doğru güçlünün işine gelendir” yanıtını veriyordu. O kitapta sonuç olarak tanımlanan, gerçek varsayılmayan, bir önerme olan bu söz, günümüzde gerçeğin tam da kendisi sanısı yaratmaya aday ne yazık ki.

Bugün yeni Tevfik Fikret’ler, tarafsız olma, insani değerleri, hak ve hürriyetleri savunma adına yazıp, çiziyor, yürüyorken onları yaftalamaya çalışan, hüküm giymemişken mahkum edenler, itibarsızlaştırmak için linç kampanyaları düzenleyenler gelecekte “yürek kafeslerinde gittikçe küçülen vicdanları” ile hesaplaşmak zorunda kalacaklarını hiç düşünmezler mi? Ya da tarih önünde yargılanacaklarını görmezler mi?

Kıssadan hisseyi Tevfik Fikret’in “Doksanbeşe Doğru” şiirindeki şu dizelerinde bulabiliriz:
Millet yaşamaz, hakka tahassürle solurken
Sussun diye vicdanına yumruklar inerse;
Millet yaşamaz, meclisi müstahkar olurken
İğfal ile, tehdit ile titrer ve sinerse;
Millet yaşamaz maşer-i millet boğulurken!

“Doğru güçlünün işine gelen” midir?
Etiketlendi:         
css.php